Eki
24
Gönderen: admin, Makale, Ekim-24-2024

1999 yılından itibaren ABD’nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan Fethullah Gülen 83 yaşında öldü. Ömrünün son 25 yılını, Siyonist saldırganlığın da arkasında olan sömürgeci ABD’de geçirmişti. Hafızalarda kalan, onun bilinen her tavrının ve her açıklamasının ABD’nin bölge politikalarının paralelinde olmasıydı. Başlattığı hareket, Siyonist ve emperyalist projelerin gölgesinden hiç ayrılmamıştı.

Gizli ve özel ajandasını yürütebilmek için takiyyeyi vazgeçilmez bir tavır olarak seçen Gülen’in, kendisi gibi omurgasız ve birden fazla yüzü olan takipçileri yetişmişti. Hedefe ulaşabilme adına en temel İslami kuralları ihlal edebilmeyi normal gören bu zihniyetin, yine o kutsal hedefleri uğruna helal ve haram sınırları da ortadan kalkabiliyordu.

Dost ve düşman tercihleri, durdukları yerin anlaşılmasını sağlayan önemli bir göstergeydi. Gülen ve grubu, en kritik anlarda daima yeryüzünde fesat çıkaran güçlerden yana tavır almış, egemenlerin kontrolü dışına asla çıkmayarak zilleti tercih etmişti.

İlk akla gelen 28 Şubat dönemindeki tavırlarıydı. Fethullah Gülen o dönem, tankları yürüten, başörtüsünü yasaklayan, medyasıyla, sermayesiyle Müslümanlara hakaretler eden zihniyetin yanında saf tutmuştu. Başörtüsü direnişinin kırılmasına sebep olacak beyanatları, halkın değerlerini aşağılayan gazetelerin sayfalarında sıkça görülmekteydi. Onun “başörtüsü füruattır” demeci, laik kesimin “İslam’da başörtüsü yoktur” tezlerine adeta güç vermişti.

Fethullah Gülen, Kur’an kurslarına baskınlar düzenleyip kapısına kilit vuran, İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarını kapatan yasakçıların kararlarını, İslami bir terim olan “içtihad” ile yorumlamaya kalkışmıştı. “Bu kararlarında hata bile yapmış olsalar bir sevap kazanırlar” diyerek, “İslam âlimlerinin ideal olana isabet edebilme çabası” anlamına gelen bir kavramı zorbaların hükümleri için kullanmış, dini bilgisini manipülasyon için dillendirmekten bir an bile çekinmemişti. 

Kendisine ahirette şefaat yetkisi verilse, onu kullanmak istediği kişiyi yine darbecilerin görevlendirdiği bir isimden seçmişti. Başörtülü bir şekilde meclise girmeye hak kazanan Merve Kavakçı için, “bu kadına haddini bildirin” çağrısı yapan atanmış Ecevit’e dindar çevrelerden daha yakın olduğunu adeta göstermek istiyordu.

Onun dünyada en nefret ettiği insan da yine bir Müslümandı. Kendisine bu sorulduğunda ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri gerçekleşmiş, yüzbinlerce insanın katledildiği raporlara geçmişti. George W. Bush’un başlattığı haçlı savaşında insanlık uzun yıllar zihinlerden çıkmayacak utanç görüntüleriyle karşılaşmıştı. Ebu Gureyb işkence hanelerinde aşağılanan, ırzlarına geçilen, katledilen Iraklılara bunu yapanlar ABD askerleriydi. O dönemin İsrail başbakanı ise Sabra ve Şatilla kasabı olarak bilinen, elinde yüzbinlerin kanı olan Ariel Şaron’du…

Ama tüm bu kişilerin varlığına rağmen Fethullah Gülen bir batılı gazeteciye, “dünyada en nefret ettiğim insan Usame Bin Ladin’dir” demişti. Ladin’i sevmiyor olabilirdi. Ama onun nefret listesine, İslam karşıtı darbeciler, ülkenin seçilmiş başbakanına küfür eden ordu komutanları, halk iradesine balans ayarı veren generaller, başörtülü kızlarımıza köşesinde küfürler eden adi-aşağılık köşe yazarı,  sivillere yönelik suçlar işleyen Amerikalı ve İsrailli askerler bir türlü girmiyordu.

Aslında Gülen, daha Birinci Körfez Savaşı’nda İsrail ve destekçisi ABD’den yana saf tutmuştu. Irak’ta ABD bombardımanıyla katledilen 4 bin Iraklı Müslüman için vicdani bir rahatsızlık duymazken, Irak ordusunun İsrail’e dönük roketli saldırılarında hayatını kaybeden 2 sivil için üzüldüğünü ifade etmişti. “İsrailli çocuklara üzülüyorum. İsrail’e atılan füzelerle masum halk zarar görüyor” açıklamalarıyla Siyonist seviciliğinin işaretlerini vermişti.

Toprakları işgal altında olan Filistinlilerin dramı da bir türlü onun gündeminde olamıyordu. Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara Gemisi 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail donanması tarafından saldırıya uğramış, 10 kişi yaşamını yitirmişti. Ülkede ve dünyada İsrail karşıtı esen rüzgâr, yine bu karanlık yüzlü tüccarın dilinden dökülen sözlerle tersine dönmüştü.

Gülen, işgalci İsrail yönetiminden izinsiz hareket edildiğini söyleyerek, kanlı baskını yapan terör devletini değil, yüreği mazlumlar için atan samimi çabaların sahiplerini hedef tahtasına oturtmuştu. “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” açıklamasını yapan Gülen, Filistin halkının kutlu direnişini de, ulvi bir amaç için ihlasla yola koyulan özgürlük gemisi yolcularını da arkadan hançerlemişti. O artık kendi tercihleri, yaptıkları ve sebep olduklarıyla ebedi âleme geçiş yaptı. Orada sorulacak sorulardan biri de “kimleri dost edindin?” olacak… Ömrü boyunca yanlarında durmaya çalıştığı, yakınlık gösterdiği, övgüler düzdüğü kesimler kimse yine onların yanında durabilir ve onlardan yardım umabilir. Tabi ki işittirebilirse…


Comments are closed.