Duyarsızlığın, umursamazlığın ve bencilliğin gittikçe arttığı günümüzde, çevremizden ve birbirimizden ilgilenmemek bir virüs gibi bulaşıcı hale gelmeye başladı. Ezilenden, mağdurdan, yanan ve yıkılandan her geçen gün uzaklaşılıyor. Hayatlar, akrabalarımızdan, komşularımızdan ve iman bağıyla kardeş olduğumuz kardeşlerimizden habersizce akıp gidiyor.
Bu zehrin panzehri, bir arada bulunmaya gayret etmek, ortak dertlerimizin dile getirildiği zeminlerde birbirimize omuz vermektir. Acı çeken, dertli ve ilgili insanlarla buluşmak sorumluluk bilincimizi yükseltecek, bizleri, çevremizde ve bölgemizde yaşanan hadiselere karşı daha duyarlı şahsiyetler kılacaktır.
Gazze’de yaşananlara karşı tepkilerimiz ve duygularımız eğer sadece ekranlara yansıyan kanlı çocuk bedenleri ve annelerin gözyaşları üzerine inşa edilmişse, şunu bilelim ki yola çıkamayız; zulme karşı da uzun soluklu bir yürüyüş gerçekleştiremeyiz. Davamıza sahip çıkamaz, kardeşlerimize de merhem olamayız…
Anlık acıma ve duygulanma hissiyle başlayan hareketlenmeler, o görüntülerden uzaklaştığımızda yavaşlayıp duracaktır. Yüreklerde parlayan anlık alev, o sahne ve manzaralar gündemimizden çıkartıldığında sönecektir.
Uzun soluklu istikrarlı bir mücadele, bilgilenmeyle ve o bilginin zihinlerimizde ve yüreklerimizde doğru bir bilince dönüşmesiyle ancak sağlanabilir. Bir meseleye olan ilgimiz, tepkimiz ve muhabbetimiz, temelinde inanç değerlerimizin olduğu sağlam bir yapı üzerine inşa edilmelidir.
Doğru bir bilinçlenme sürecinden geçmişsek eğer, çevresel faktörler, polemikler ve manipülasyonlar bizi etkilemeyecek, duyarlılık ve samimiyet binamızı sarsamayacaktır. Münafık yüzlü insanların nifak sözleri, Siyonist sevicilerin kuşku oluşturacak telkinleri bizlerde asla bir anlam ifade etmeyecektir.
“Filistin’den bize ne?, Arap İsrail sorunu mu?, Hamas terörist mi?” gibi temelsiz gürültüler, ancak bilinçten yoksun ve savunmasız kalmış yüreklerde etki yapar.
Filistin’in 100 yıl öncesinde bu medeniyetin temel bir parçası olduğunu bilen, tıpkı Antep gibi, Diyarbakır gibi, Halep gibi, Musul gibi, Kudüs gibi, Aydın, Manisa, Konya gibi bir sancak, bir vilayet olduğunu gören biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
Emperyalistlerin birinci dünya savaşı sonucu topraklarımızı işgal etmesi, parçalayıp bölmesiyle birbirimizden koparıldığımızı, ayrıldığımızı bilen biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
Masa başında çizilen sınırların yapay olduğunu, sahte olduğunu, inşallah geçici olduğunu bilip, haritalara çizilen sınırların zihnine, yüreğine çizilmesine izin vermeyen biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
Pasaportları, gümrükleri, vizeleri ve sınırları içine sindirememiş olan biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
Maraş’ta, Çanakkale’de ve Antep’te düşman işgalinden kurtulmak için gösterilen çabalara kurtuluş savaşı diyen biri, Siyonist işgale karşı mübarek bir cihadı sürdüren Gazze’nin, Filistin’in direnişinden bana ne diyebilir mi?
Antalya’dan Gazze’ye gitmenin İstanbul’a gitmekle aynı mesafede olduğunu gören biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
İsra suresini okuyan, Mescid-i Aksa’nın kıblegahlığını bilen, Hz. Muhammed’in(s), ‘Mescid-i Aksa’nın Kandillerinde yanmak üzere zeytinyağı gönderin’ sözlerini işiten, Hz. Ömer’in Selahaddin’in bölgeye verdiği kıymetin farkına varan biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
‘Zulme rıza zulümdür, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ öğretisiyle yetişmiş, “Kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben buğzetsin. Bu da imanın en düşük göstergesidir” diyen bir peygamberin ümmeti, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
Hangi ırktan, hangi inanç ve mezhepten olursa olsun, işgallere ve zulme itiraz etmenin insanlığımızın en temel göstergesi olduğunu görebilen biri, bana ne Gazze’den, Filistin’den diyebilir mi?
Tabi ki diyemez ve dememeli… Ancak, aklını işletenlerin, düşünüp öğüt alanların ve hakikat çağrılarına kulak verenlerin doğru tarafta olabileceği de unutulmamalı…