Kas
14
Gönderen: admin, Makale, Kasım-14-2024

Heykeller ve büstler, yüzyıllardır gücün, kudretin ve liderliğin sembolü olarak kullanılmış; kimi zaman bir toplumu motive etmek, kimi zaman da bireylerin düşüncelerini ve zihinlerini biçimlendirmek için araç haline getirilmiştir. Geçmişte var olan büyük uygarlıklarda “en büyük” olma arzusu, büyük boyutlu yapıtların yapılmasının ve uzun yüzyıllar ayakta kalmasının nedeniydi…

Roma’da imparator Tanrı’nın iradesini temsil ettiğinden, ölünce merasim meydanına heykeli dikilirdi. Yahudi ve Hristiyanlar bunu selamlamaktansa ölümü tercih etmişler, üçüncü asırdan itibaren Roma’nın Hristiyanlığı kabul etmesiyle insanlar bu eziyetten kurtulmuşlardı.

Rönesans döneminde, zamanın geçerli ideolojisi olan hümanizm dünyanın merkezine Tanrı’nın yerine insanı koymayı hedeflemiş, böylece Avrupa’da heykelin parlak çağı yaşanmıştı.

20. yüzyılın ilk yarısı ise bütün dünyada heykelcilik yüzyılı olmuştu. O dönem içinde, kurucu modeller, generaller, atanmışlar ve sözde seçilmiş liderler Avrupa’dan Asya’ya pek çok ülkede heykellerini dikerek varlıklarını ve görüşlerini halka bir nevi “kutsal” bir sembol olarak sunmuşlardı.

Heykel ve büstlerle oluşturulmaya çalışılan, masum sanatsal etkinliklerden ziyade halkın üzerinde güç ve baskı oluşturmak, zorbalığı ve dayatmayı bir tehdit gibi sürekli gözler önünde tutmaktı. Her bir heykel, yalnızca bir liderin simgesi değil, aynı zamanda bir ideolojinin, bir dönemin ya da bir değişim sürecinin de yansımasıydı.

Büst ve heykeller, dönemin ideolojik bir yansıması olduğu hâlde, Lenin, Mussolini, Hitler ve Franco gibi diktatörler heykellerini yaptırmamışlardı. Hitler sadece büst yaptırmış, Lenin’in heykeli ise ölümünden sonra Stalin tarafından dikilmişti.

Rejimlerin büstlerle ayakta kalması mümkün değildi. Musolini’den Hitler’e, Lenin’den Stalin’e ve Mao’ya kadar daha sonradan zulümle anılacak liderlerin heykelleri uzun ömürlü olmamış, özgürlük arayışı içerisindeki halklarda gerilim oluşturan bu yapıtlar zamanı geldiğinde yıkılmış, şehirlerin sokaklarında sürüklenmiş ve nehirlere dökülmüştü. Tıpkı Lenin, Stalin ve Hitler gibi Franco, Pinochet, Churchill ve Gandi gibi liderlerin heykelleri de saldırıya uğramış, balyozlarla parçalanmış, vinçlerle kaldırılarak depolara atılmıştı.

Heykel ve büst iştahı, totaliter yönetimler sona erince kesilmiş, 1950’lerden sonra görebildiğimiz kadarıyla Avrupa’da ve Amerika’da liderlerin ve siyaset adamlarının heykelinin yapılmasıyla ilgili bir uğraşa rastlanmamıştı. Bu durum aslında, halkların iradelerine ipotek konulmasının göstergesi olan beton ve demir yığınlarından çok da haz edilmediğinin göstergesiydi. Batı toplumlarında, artık totaliter geçmişin bir uzantısı olarak görüldüğünden siyasilerin heykel ve büstlerine eğilim kalmamıştı.

Stalin’i ziyaret eden Batılı bir yazar “her yerde heykeli bulunması hakkında ne düşündüğünü” sorması üzerine “bu, bizim malum kültürsüzlüğümüzün bir yansımasıdır” demiş ve heykel çokluğunu “kariyerist bürokratlar başlarına bir şey gelmesin diye Stalin büstü ile kendilerini garantiye almak istiyor” diye açıklamıştı. Yani argo tabirle yalakalık heykelciliği doğurmuş ve devam ettirmişti.

Allah’ın hiçbir elçisi, kutsiyet aracı olarak görülmesi tehlikesinden ötürü resimlerinin çizilmesine ve heykellerinin yapılmasına müsaade etmemişti.

Küba’da, eski Devlet Başkanı Fidel Castro’nun heykelini yapmak, ona tapmak ve adına anıtlar dikmek yasak görülmekte, bu yasağı da Castro; “yaptığı işleri insanlığın çıkarı için yaptığını, kişisel olarak çıkar sağlamak veya yücelmek için yapmadığını” ifade ederek açıklamaktaydı. Fidel Castro ölümünden önce, “Adımı meydana, sokağa, dağa, hiçbir yere vermeyeceksiniz. Adıma heykeller ve anıtlar dikmeyeceksiniz” diyerek önemli bir vasiyet bırakmıştı.

20. yüzyılda yaşarken adı şehirlere verilen ve heykeli dikilen Stalin ile beraber ikinci siyasi lider Mustafa Kemal Atatürk’tü. Hatta onun heykeli, Stalin’den üç sene önce dikilmişti. Stalin heykelleri 1953’teki ölümünden sonra kaldırılmış, hatta isminin verildiği şehirlerin isimleri de daha sonra değiştirilmişti.

Bugünün Türkiye’sinde ise her 60 bin kişiye 1 hastane, 900 kişiye bir doktor, 350 kişiye 1 cami, 800 kişiye bir Atatürk heykeli, 500 kişiye bir heykel düşmekte… Hemen hemen her ilde, ilçe, cadde ve meydan isimlerinde Atatürk’ün isim ve unvanları görülüyor. Bursa’nın Mustafakemalpaşa’sı, İzmir’in Kemalpaşa’sı, Erzincan’ın Kemaliyesi ve Antalya’nın Gazipaşa’sı, O henüz hayattayken bu isimleri almıştı. İlginç gelebilir ama Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine “Atatürk” adı verilmesi için kanun teklifi hazırlanmış, hamdolsun ki uluslararası gerekçelerden dolayı teklif yasalaşamamıştı.

1000-2000 yıl sonra bugüne dair yapılan arkeolojik çalışmalarda, “toplumlarını ilkel yöntemlerle kendine bağlı tutmaya çalışan bölgeler” diye bir rapor hazırlansa, eldeki bulgulara göre ne yazık ki Asya’nın bazı putperest ülkeleri, Kuzey Kore ve Anadolu’nun bu kadim toprakları ilk sıralarda yerini alacaktır.

Bu çok da canınızı acıtmıyor mu?


Comments are closed.