Toplumun kitaplara olan ilgisi oldukça düşük seviyede… Okuyan, araştıran değil, seyreden -izleyen- ve değerlendirmelerini bu şablonlara göre gerçekleştiren insanlarla beraber yaşıyoruz. Bu hal, zihinsel tembelliğe sebebiyet vererek taklitçiliği ve önyargılarla hareket etmeyi peşinden getiriyor. Kişinin kendisi bir konuyu araştırma zahmetine girmediğinden, babadan, arkadaştan, mensup olduğu teşkilat büyüğünden aldığı temel bazı duyumları sarsmayacak, onları pekiştirecek konuşmalara, değerlendirmelere alıcılarını açıyor. Sadece bu yöndeki gelişmeleri takip ederek adeta zihin konforunu sarsmamayı tercih ediyor. Sorgulamanın bir bedeli olabileceğini hissedercesine mevcuda demir atıyor. Bugüne kadar savunduklarının aksine bir düşünüşe geçtiğinde ve hakikaten de kendine dürüst bir yapıya sahipse, okuma ve araştırmalarının sonucunu yerine getirmesi gerektiği ürpertisi ile kabuğuna çekilmeyi yeğliyor. Hayat tarzının değişeceği, babasıyla, eşiyle, patronuyla, arkadaşlarıyla ve aidiyet hissettiği camianın sorumlularıyla çatışacağı, huzurunu kaybedebileceği, yerinden olabileceği endişelerini aklından geçiriyor. Ve alıcılarının ayarıyla oynamamaya karar veriyor.
Bunlar kitaplarla arasına mesafe koyan bir kitlenin derinliklerinde bastırdığı gerekçeler. Bu gerekçelere standart ama tabii ki doğru olan başka sebepleri de eklememiz mümkün… Eğitim sisteminin ve öğretmenlerin etkisi, teknolojinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan T.V., CD, Mp3 çalar, Iphone ve internet gibi unsurların günün her anını kuşatması okuma ve araştırmaya zaman bırakmıyor. Zaten bu zamanı arayanda yok aslında… Konserler, maçlar, sinema ve oyun-eğlence kültürü de bu kuşatmanın günümüzdeki tamamlayıcı unsurları… Aslında tüm bu unsurlar, yazının başında belirttiğimiz okumanın, düşünmenin bir bedeli olduğu endişesine sahip kişilere bu ağır sorumluluklarını unutturan can simidi işlevi görüyor. Onlar olmasa perdeleyici başka etkenlere sarılacakları malum… Esasında bilgiye yönelik endişeleri hep aynı, ama can simitleri farklı…
Kitap ve okuma bilincinden bahsederken, insanı dirilten, sorumluluklarını hatırlatan, yaşamına yön veren sahih bilginin de altını çizmemiz gerekiyor. Çünkü zanna yaslanan düşüncenin ve hevadan beslenen kanaatlerin temel düşmanıdır sahih bilgi… Bu bilgi vahiydir. Yaratıcının sesine kulak vermek ve bu ilahi sesin yani vahyin rehberliğine teslim olmak, zanni olanın, geçmişten gelen duyumsal öğretilerin, ata, dede kültürünün yerine yeni bir boyuta geçmek demektir. Bu bilgi, toplumun genel kabullerinin sorgulanacağı, eleştirileceği, hatta dönüştürülmesi için mücadele edileceği dinamizmi kişiye kazandırır, kazandırmalıdır. İşte Müslüman yayıncılar kitaplarını basarken bu önemli kazancı daima hesaba katmalıdır. Allah(cc.)’ın bakmamızı istediği yere okuyucuyu sevk etmelidir. Vahiyle terbiye olmuş Rasulün(sav.)’ün örnekliğini model olarak ortaya koymalıdır. “Bütün kitaplar, tek bir kitabı daha iyi anlamak için okunur.” sözünün günümüz pratiğinde gerçekliği çok zayıftır. İslami kitap adı altında yayınlanan eserler adeta kişiyi sahih bilgiden uzaklaştırmakta, Kur’an’la arasına mesafeler koymaktadır. Detay bilgi yığınları ve günümüz toplumunda karşılığı olmayan konular kişinin din algısına zarar vermekte, okudukları ile hayat gerçekliği arasındaki farklardan dolayı kişi adeta şaşkına dönmektedir. Bu sebeple Müslüman yayıncılar kitaplarında toplumun önceliklerini, yaşadığımız dönemin koşullarını ve kitlenin din algısını dikkate almalı, okuyucularına rehber Kitab’ın ve O’nun öğretmeni olan Rasul(sav.)’ün örnekliğini araştırmaya sevk edecek bir heyecan kazandırmalıdır. Yoksa her bir kitap ilahi olanın önünde bir set olmaktan öteye geçemeyecektir.
Toplumun okumaya ilgi duyabilmesi ile imani sorumluluklarının farkına varması paralellik arz eder. Kişinin, sadece Allah(cc.)’a kulluk yapması gerektiği, hayatın bir imtihan alanı olduğu, kulluk görevlerine bağlılığı oranında hesap vereceği bir günün şuuruna varması, onu okumaya ve sorumluluklarını öğrenmeye yönlendirir. Okudukça ilgisi artar. İlmi ve ilim meclislerini öven, teşvik eden ayet ve hadislerle tanışmasıyla bu azmi zirve yapar. Ve zaman sermayesini doğru değerlendireceği hazineye ulaşmış olur.
Bu ışığın çeşitli etkenlerle söndürüldüğü Müslümanlar bu etkenleri dürüstçe tespit ederek işe başlamalıdır. T.V. fitnesinden evlerini uzak tutmalı, evlerinin ortak kullanım alanına koymaları gereken bilgisayarlarından internet’e sadece o anki işlerini görmek için girmeli, saatlerce faydasız meşguliyete fırsat vermemelidirler. Malayani sohbetlere müsait arkadaş çevresini bu konuda uyarmalı, değiştirmeye gücü yetmiyorsa o çevreyi terk etmelidirler. Aksine, kendisini gördüğünde okuma ve ilmi sohbet duygularının depreştiği dostluklar kurmalıdırlar.
İnsanlara okuma alışkanlığını kazandıracak kişiler, okumanın lezzetini tatmış kişiler olduğundan ilim erbabına çok iş düşmektedir. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık okuma hedefleri çıkartılmalı, okuma kampları düzenlenerek toplu okumalar gerçekleştirilmeli, okunan eserlerin kesinlikle karşılıklı münazarasının yapıldığı ziyaretleşmeler gerçekleştirilmelidir. Okumayan insanla ne konuşabilirsin ki? Nasılsın, iş güç, sağlık sıhhat nasıl sorularının akabinde konuşulacak mevzusu olanlar, okuyanlar, düşünenler ve bu doğrultuda plan ve programı olanlardır. Bu sebeple birbirimizi, teşvik etmek adına “şu an elinde hangi kitap var” sorusuyla sıkıştırmalı, bu soru, “iş, güç nasıl?” sorusunun önüne geçirilmelidir.
Bu gün insanlar spor gazeteleri okuyor. İddaa ve at yarışı tahminlerini doğru yapabilmek için saatlerce derslerini çalışıyor!.. Bir kısmı, tartışma programlarının yönlendirdiği popüler tarihi anı ve romanları takip ediyor. Egemen ideoloji ise topluma kurucu lider olan M.Kemal’in hayatını, sözlerini içeren kitapları ve nutku dayatmak istiyor. O’nu öven şiirler ve hikayeler genç dimağlara sunuluyor. Cemaatler ise kendi usulüne uygun bir kitabı veya bazı kitapları mensuplarının önüne koyuyor. Sadece liderlerinin yazdığı -kendisine yazdırıldığı iddia edilen- tek bir kitabını tekrar tekrar okumanın yeterli olabileceğini anlatıyorlar. Hatta başka kitap okumaya gerek yok dercesine… Kendilerini dinlemenin dışında kitap okumaya gerek olmadığını telkin eden hocaları! gördüğümüzde bu tek kitaba yönlendirenleri arar gibi olmak da mümkün tabii ki…
Bu olumsuz kategorinin dışında değerlendirmek istediğimiz bilinçli Müslümanlar ise okuma konusunda ortak bir zemine sahip olabilmiş değiller. Kabul ettikleri usulün doğrultusunda okuma programları hazırlamakta, çevrelerine bunu empoze etmektedirler. Bu arayışların Tevhidi bilinçlenme ve Hz. Peygamber(sav.)’in yolunu takip etme endişeleri ile geçekleştiğini bilmemiz, inşallah daha isabetli sonuçlara ulaşılabileceği umudunu bizde saklı tutmaktadır.
Bilinçli bir okur ilk olarak abur cubur denebilecek yaklaşımdan sakınmalıdır. Her gördüğünü değil, işin başında belirlemiş olduğu programını destekleyici eserlere yönelmelidir. Kanaatimce okuma programımızın temelini kavramlarımız oluşturmalıdır. Çünkü iman ettiğimiz dini doğru anlamamız, kullanılan kavramları içini Allah(cc.)’ın doldurduğu şekilde öğrenmemizden geçmektedir. Din, İlah, Râb, İbadet, Şehadet, Tağut, Şirk, Nifak, Vahy, Takva, Mütref, Bel’am, Zekat, İmam, Zikr, Cihad, Millet vb… gibi kavramların Kur’an’a göre anlamlarını öğrenmek, kişide aynı zamanda akidevi bir alt yapının da oluşmasını sağlayacaktır. Bunun akabinde, Hz. Peygamber(sav)’in örnekliğini perdeleyecek, arka plana atacak rivayetlerden arınmış, şahit, örnek, model Peygamber(sav.) anlayışını pekiştiren siyer okumalarını tartışmasız gündemimize almalıyız. Namazlarımızın lezzetini arttıracak, “Rabbim bana ne diyor?” sorusunun cevabını alacağımız kısa surelerden başlayan tefsir okumalarını itibar edilen farklı 2-3 tefsirle beraber okumalıyız. Özellikle Hz.Muhammed(sav.)’in mücadele sürecini idrak edebilmek adına ilk inen ayetlerden başlayarak üzerinde durmak, bizlere içerisinde bulunduğumuz topluma yönelik görevlerimizde önemli katkılar sağlayacaktır. Ayrıca tüm bunlarla beraber yaşadığımız toplumu doğru tanımlayabilmek, isabetli durum tespiti yapabilmek adına yakın tarih ve Laik devrimin oluşum ve yayılma sürecini objektif kaynaklardan öğrenmeliyiz. Toplumu Cahili toplum kılan unsurları belirlemeli, “Lâ” ile reddedilmesi gerekenlerin bu değerler olduğunun tebliğini gerçekleştirmeliyiz.