Eyl
27
Gönderen: admin, Düşünce, Eylül-27-2006

Hayatı sadece Allah’(c.c.)’ın istediği şekilde yaşamak için varız. Yaratıldığımız yeryüzünde neyi, nasıl, ne şekilde ve niçin yapmamız gerektiğini Allah(c.c.)’ın bir rahmet olarak bizlere gönderdiği ayetlerinde görüyor, elçilerinin örnekliğinde idrak edebiliyoruz. İman ettiğini beyan eden, Mü’min ve Müslüman olduğunu söyleyenlerin yaşamlarının, birer ibadet olan davranışlarının ve ölümlerinin Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c.) için olması gerekmektedir.(bkz. 6/Enam 162)

Yaşamın Allah(c.c.) için olması demek Allah’ın gösterdiği sınırlar gözetilerek yaşanması demektir. O neyi emrediyorsa tabii olmak, hayata Allah(c.c.)’ın emir ve yasakları dikkate alınarak yön vermek, hayatı vahiy ile inşa etmek demektir. Bu anlayış, kelime-i tevhidin  açılımıdır. İman dairesine girebilmenin gerçek bir basamağıdır. Ya Allah(c.c.) için yaşamayı kabul ederek, O’nun rızasını kazanabilmek için çizdiği sınırları takip edeceksin, mü’min olacaksın, ya da nefsani arzularına, şeytanın hilelerine kanarak küfr ve şirk içerisinde kaybedenlerden olacaksın.

Bu tablo zaman zaman çok net bir şekilde toplum içerisinde  görülmekte, hak ve batıl ayrışması kolay sağlanmaktadır. Fakat kimi zamanda hem hak yolunda olduğunu söyleyip, hem de Allah(c.c.)’ı yaşamlarına karıştırmayan insanlar yüzünden bu netlik kaybolur. Ne hayatı, ne de cenneti bırakmak istemeyen bu tipler sebebiyle kavram kargaşaları yaşanır, spastik dini tanımlamalar ortaya konur. İşin en tehlikeli boyutu da bu kişilerin batıl hayat anlayışlarına dini kılıflar bulabilme gayretleridir.  Saçma sapan, hiçbir dayanağı olmayan cahili yaşam tarzlarını Allah(c.c.)’ın dinindenmiş gibi göstermek, Allah(c.c.)’a iftira etmektir. Bu kişiler, hem islami olmayan bir yaşam sürerek ziyanda olurlar, hem de Allah(c.c.)’a iftira ederek hüsranlarını arttırırlar.

“Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine sunulacaklar ve şahidler: “Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır” diyecekler. Haberiniz olsun; Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (11/Hud 18)

Bu türlü davranışlara günümüzden örnekler verdiğimizde, dile getirdiğimiz endişelerimiz daha iyi görülecek, konunun anlaşılması kolaylaşacaktır.

İşlenen hataların meşrulaştırılarak normal kabul edilmesi :
İnsanlar hata yapabilirler. Anlık bir gaflete dalarak yanlış amellere meyledebilirler. Ama bu kötü durum içerisinde dahi, yapılanın haram olduğu, Allah(c.c.)’ın hoşlanmadığı bir davranış olduğu bilincini kaybetmeyerek hemen tövbe ve af yolu tercih edilir, edilmelidir.

İşte bu noktada diğer ikinci bir alternatif daha ortaya çıkar. O’da yapılan yanlış amellerin meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır. “Bu zamanda bu da mı olur?”, “şu hoca bir şey olmaz demişti”, “herkes yapıyor” gibi sözler, işlenen günahları günah olarak görülmez bir hale sokar. Bu en büyük tehlikedir. Kişinin içerisinde bulunduğu gaflet ve dalaleti dine uygunmuş gibi göstermeye çabalaması, o hataların işlenmesini olağan görmesi, toplumun içerisine atılacak ciddi bir dinamittir. Çünkü bu zihniyet sahipleri yaptıklarının yanlış olmadığına kendilerini ikna ettiklerinden, davranışlarını toplum içerisinde ve alenen işlemekten geri kalmazlar. Bu da harama giden yolları alenen açacak, ifsadın insanlar arasında rahatça yayılmasını kolaylaştıracaktır.

* Beş Vakit Namazın İhmali :
Kelime-i Tevhid’in hakkı ile ikrar ve tasdik edilmesi kişiyi iman dairesine sokarak mü’min yapar. Bu imanın daima diri ve zirvede kalması işlenen salih amellerle sağlanır. İşte bu amellerin temeli namaz ibadetidir. Tüm peygamberlerin daima ikame ettikleri namaz ibadeti kulun Rabbi ile konuşmasıdır. Huşu içerisinde ve ihmalsiz yerine getirilen namaz ibadeti, kişiye daima ahireti hatırlatarak dünyaya ve içerisindekilerin peşinden koşmasına müsaade etmez. İmtihan bilincinin asla kaybolmamasını sağlar. Allah(c.c.) ile irtibat halinde olunduğundan, Ondan başkasına kulluk yapmaktan, yönelmekten haya edilir. Allah(c.c.)’ın çizdiği sınırlar daima gözetilir.

Namaza böyle bir pencereden  bakan bir kul, kaçırdığı bir vakit namazdan dolayı kaskatı kesilir. İşlemiş olduğu büyük hata ve ihmalden dolayı içini hüzün kaplar. Ciddi bir pişmanlık içerisinde Rabbinin davetine icabet edemediğinden dolayı istiğfar eder, göz yaşı döker. Bu kaçırdığı namazını çevresindekilere hatta en yakınına bile anlatmaz. Umar ki Allah(c.c.) O’nun bu tövbesini kabul eder ve kusurunu ahirette örter. Bunu garanti görmez sadece temenni eder, öyle olması için dua eder.

Namazsız bir yaşamı alışkanlık haline getirenler ise, bundan dolayı bir rahatsızlık duymazlar. Hatta haftada bir kıldıkları ve ne anlam ifade ettiğini dahi bilmedikleri Cuma namazının yeterliliğinden bahsederler. Kalplerinin temizliğinin daha önemli olduğuna daima vurgu yaparlar. “Allah(c.c.)’ın benim namazıma ihtiyacı yok ki” diyerek fısk hallerini perçinlerler. Çalışmakta ibadettir tesellileri ile kılmadıkları namazı küçük ve değersiz görürler. Bir oyun ve eğlence olan dünya hayatının meşguliyetini, Allah(c.c.)’a secde etmekten daha efdal sayarlar. Namazsız bir dinin olabileceğine inanırlar ve bizzat kendilerinin örnekliği ile toplumda meşru görülmesi için çaba harcarlar. Dine teslim olmadan, dini teslim almaya çalışırlar.

* Yanlış Ahiret Tasavvuru :
 Ahiret inancı, İslamın temel imani şartlarındandır. Bu inanç sadece ahirete inandım demek değil, ahirette yaşanacak olanlar ile ilgilide doğru bilgiye inanmayı kapsar. Bu bizim için gaybi bir bilgidir. Gaybi konular hakkında Allah(c.c.) ve Resulünün bildirdiği kadarını idrak edebiliriz. Hesap gününde yaşananlar, mahşer anı, büyük mahkeme, cennet ve nimetleri, cehennem ve içerisinde ki azap ile ilgili Kur’an’ın ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in bildirdikleri haricinde yorum yapmak, o bilgiler ile çelişen inanışlara sahip olmak mü’minlik vasfının yitirilmesine sebep olur.

Ahiret inancı ile ilgili  yanlış yorumlar, sanki Allah(c.c.)’dan haber alıyormuşçasına (haşa) insanlara nakledilmektedir.

İhmal etmiş olduğu ibadetlerden dolayı rahatsızlık duymayanlar, “Allah affeder affeder” diyerek merhamete vurgu yapar ama Allah(c.c.)’ın adalet sıfatını göz ardı ederler. Dünyaya bağlanan, canının her istediğini yapan, zamanını, gençliğini ve imkanlarını hoyratça harcayan yaşantısına rağmen kendi akıbetini, imani sorumluluklarından dolayı endişeler taşıyan, gereği gibi kulluk yapabilmek için çaba harcayan, Allah(c.c.)’ın rızası uğruna ter döken, kan döken müslümanların akıbeti ile aynı görür.

Bu, “cennet garanti” tavrının dışında bir de cehennem azabının hafife alındığına ve hakkında cesurca esprilerin yapıldığına şahit olmaktayız. Cesurca diyoruz çünkü Kur’an’da bildirilen azap ayetleri okunduğunda sahabe bayılmakta, korku ve endişeden dolayı geceleri uykusuz geçirmekteydi. Bu endişe yakin bir imandan kaynaklanmaktaydı. Bu imana sahip olmayan yüreklerin, dillerinden alaylı ve esprili cehennem konuşmaları dökülmekte, bu sözler“ateşte yanar yanar sonra alışırız, sauna gibi ortam artık bizi etkilemez” gibi cüretkar bir hal almaktadır.

Yine sıkça karşılaştığımız “azabımızı çeker sonra cennete gireriz” ifadeleri de esasında bu küçümsemenin farklı bir versiyonudur. Günahkar müslümanların günahları kadar azap çektikten sonra cennete girmeleri tartışmasından ziyade, bu söylem sahiplerinin Allah(c.c.)’ın azabını tadabileceklerine, cehennemde vakit geçirmeye kendilerini hazır hissetmeleri psikolojisine odaklanmamız gerekir. Bir an bile (göz kapağının açılıp kapanması süresi) orada kalmanın sıkıntı ve ezasını anlayamayan ve azabın değerini önemsemeyen tahrip oluş bir algılamadır karşımıza çıkan. 

 “Gerçekten cehennem bir gözetleme yeridir. Azgınların barınacağı yerdir (cehennem).(Azgınlar) orada çağlar boyu kalacaklar, Orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, Kaynar su ve irin (tadarlar).Ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak.Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı.” (78/Nebe 21…27)

* Tesettürün Önemsizleştirilmesi:
 Toplumun düzen ve ıslahında tesettür ibadetinin önemli bir yeri vardır. Haram olan bir fiilden uzak kalabilmek için ona giden yolların da kapalı tutulması gerekmektedir. Aile hayatını ve ideal islam toplumunu yıkacak ciddi bir haram olan zinanın önüne geçilebilmesi, zihinsel ıslah ile beraber tesettürle başlar. Tesettürün bu tür hikmetleri bir yana, o Allah(c.c.)’ın açık bir emridir. Ve mü’min bir erkek ve mü’min bir kadına düşen de yaratıcının emrine işittik ve itaat ettik demektir. 

 Allah(c.c.)’ın her emri bir mü’minin aynı duyarlılıkla sarılacağı birer kurtuluş ipidir. Bu ilahi ikazlar hakkında akli saptırmalar yapmak, nefsani çıkarımlarda bulunmak sıkça bahsettiğimiz gibi büyük bir cesaret ister. Çünkü Allah(c.c.)’ın helal ve haram hudutlarını zorlamaya çalışmak aklı selim bir müslümanın gerçekleştireceği bir hadise değildir. 

 Bu gün Allah(c.c.)’ın tesettür emri hakkında teferruattır açıklamalarının yapılması, dünyevi çıkarlar uğruna feda edilebileceği fetvaları, yaşamın nasıl dine uydurulmaya çalışıldığına büyük bir örnek teşkil etmektedir. Diplomanın, kariyerin, memuriyetin tesettür ibadetinin ihmal edilmesi pahasına öncelikli hale getirilmesi, yani kutsanması yeni filizlenmiş kız evlatlarımızı yaşamın kirli bahçesinde korunmasız ve ehliyetsiz bırakmaktadır. Üniversite kapılarında önce utanarak, sıkılarak içine sindiremeyerek başını açan kız evlatlarımızın daha sonraları içlerinde bulundukları durumu olağanlaştırarak içinden çıkamayacakları bir bozulmaya doğru gittiklerine ne acıdır ki şahit olunmaktadır.

İslamın tesettür emri ayetlerde açıkça beyan edilmişken, bazı detaylarına kadar önümüzde duruyorken, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in hanımlarının, ashap ve ümmetin kadınlarının bu konuda ki uygulamaları 1400 yıldır ciddi bir icma oluşturmuşken, yapılan ağdalı yorumlar, iffet perdesini yırtma girişimleri olarak algılanmalıdır. 

 Müslüman kadının tesettürünü, yakalarının üzerine atılmasına vurgu yapılan başörtüsü (sıkma baş değil) ve ev kıyafetinin haricinde, bir dış elbise kapsamaktadır. (bkz. 33/Ahzab 59,  24/Nur 31) Bugün müslümanların önüne lider diye çıkarılan kişilerin ev halkı, tören, düğün ve kabullerde giydikleri kıyafetlerle müslüman kızlara yanlış bir modanın öncülüğünü yapmakta, çok tehlikeli bir çığırın açılmasına sebep olmaktadır.

* Faize uygun fetva arayışları :
  Faiz yasağı, açık bir Allah(c.c.) emridir. Faiz yiyenlerin Allah(c.c.) ve Rasulüne savaş açmış gibi oldukları, şeytan çarpmış gibi kabirlerinden kalkacakları bildirilmiştir.  (bkz. 2/Bakara 275,279)  Hz. Muhammed(s.a.v.), faiz yiyen kişinin, annesiyle Kabe kapısında zina yapmış gibi olacağı ikazında bulunmuştur. 

 Tüm bu ikazlara rağmen, “onlar 1400 sene öncesinin uygulamalarıdır, şimdi enflasyon var şu kadar miktarda alabilirsin” gibi fetvalar insanları faiz kurumları olan bankalara yakınlaştırmış, ekmeğimize haram bulaştırılmıştır. Ehli Sünnet alimlerinin açık ve meşhur ifadelerine rağmen, bir yerlerden çekip çıkarılan faizin küfr beldelerinde uygun gösterildiği yorumları, esasında amacın dine göre bir hayat yaşamak değil bozuk, fasid bir yaşamı nasıl islama uydururuz arayışından başka bir şey olmadığını göstermektedir.

Şimdilerde bu modern çağın fetvaları doğrultusunda ceplerde çeşit çeşit, renk renk kartlar yer almakta, otomobil ve konut kredileri için uygun bankalar aranmaktadır.

* Lüks Tüketim Çılgınlığı :
 Müslüman israf etmez. Denizde dahi abdest alsanız israf etmeyin nükteli sözünün takipçisidir.   
Ağzından çıkacak iki kelime ile her şeyi yapabilecek yüzbinler olmasına rağmen, yerde bir sedirde yatan, sedirin izleri yüzünde iz bırakan bir Peygamberin örnekliği vardır çünkü önlerinde. Çoğu gece aç sabahlayan bir peygamber… 

 Kapitalist hayat anlayışının yaygınlaşması ile lüks ve israf yaygınlaşmıştır. Bu hasalıktan ne yazıktır ki müslümanlarda etkilenmiş, hayatlarında örnekliğine başvuracakları tek önderleri Hz. Muhammed(s.a.v.)’in yaşamını unuta gelmişlerdir. O’nun yeme, içme, giyim, alış veriş kısacası yaşam sünneti ihmal edilmiştir.

 Müslüman güçlü olmalı, zengin olmalı vesveseleri ile dünyaya dört elle bağlanmış, ama ne acıdır ki o zenginliğinden infak ettikleri, evinde ki konforunun çeyreğine tekabül etmemektedir. İslami mücadeleden bahsedildiğinde,“bizde sizin yaşınızdayken böyle düşünüyorduk, hele bir eş, çocuk sahibi olun, o zaman görüşürüz.” diyerek islami kimliklerini iş ve yuva kurduklarında yırtanlar, Peygamber(s.a.v.) ve ashabının varlık ve yoklukta ki fedakarlıklarını görmezden gelmektedir.

* Bozuk Yöntemlere Meyletme :
 İslami yaşamın bilgi kaynağı Kur’an ve Sünnet olduğu gibi onu hayata hakim kılacak yönteminde kaynağının aynı olması gerekir. Yani vahyin hayata hakim kılınması için yapılacak çalışmaların, vahiyle ve sünnetle çelişmesi asla beklenemez. Biz müslümanlar Hz. Peygamber(s.a.v.)’in 23 yıllık mücadele sünnetini takip eder,O’nun ilkeli ve tavizsiz yaşantısını mücadelemize örnek alırız. Hz.Muhammed(s.a.v.)’in ümmeti olduğunu iddia edipte, O’nun asla yapmadığı, hatta kınadığı bir tavrı, amaç islamın hakim kılınması da olsa uygulamak ne kadar çelişkili ve tuhaf bir şey olurdu değil mi?

 İşte günümüzde en çok ihlal edilen bir amel yöntemin gayri meşruluğu hastalığıdır. İslami hayat inşa etmek için gayri islami eylemler içerisinde bulunmak, hatta şirk motifli gömlekler giyebilmek, yine tekrar edeceğiz ama garip bir cesarettir. İşin sonunda bazı kazanımlar elde edinildiğinde, makam ve unvanların rüzgarıyla kişiler, başlangıç noktalarını dahi unutabilecek hızlı değişimler gösterebilmektedir. 

 İşin en kabul edilemez tarafı ise, putlara gösterilen tazim, Allah(c.c.)’ın helal ve haramlarına alternatif hükümler koyma, Allah(c.c.)’ın düşmanları ile dostluk kurmak gibi sonuçları olan yöntemlerine, Hz. Yusuf(a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.) gibi peygamberleri delil göstermeleri, dolayısıyla Hz. Adem(a.s.)’den Hz. Muhammed(s.a.v.)’e kadar ki tüm nübüvvet ve risalet makamına hakaret etmeleridir. 

Sonuç :
 İslam teslimiyet demektir. Bu ve bunun gibi örnekler dine tam teslim olunmadığından karşımıza çıkmaktadır. Allah(c.c.) ve hükümlerine kayıtsız şartsız boyun eğmek, zahiren bir anlık aleyhimize görünse bile tarafımızdan vazgeçilemez görülmelidir. Çünkü o itaatin sonucu rıza-i ilahiyeyi kazanmaktır. 

 İlahi emirlere bu pencereden bakamayanlar, elde ettikleri dünyevi imkanların kaybedilmemesi uğruna dinden tavizler verirler. Bu tavizleri bir inkar ve isyan olarak görmeden, Allah(c.c.) indinde ki meşruiyetini ortaya koymaya çalışırlar. Bu hüzün verici çırpınmalardan uzak kalmak ve uzak kalınmasına çaba harcamak da yine akıl sahiplerinin, muvahhitlerin görevlerindendir.

Yazıklar olsun batıl üzere yaşayanlara ve yazıklar osun ki batılı hakka bulaştırmaya çalışarak Allah(c.c.)’a iftira atanlara…

“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” ( 16/ Nahl 116)


Comments are closed.