İran Radyo ve Televizyon Kurumu, devrimin 29. yılında gerçekleşen etkinliklerin takip edilmesi ve ülkenin teknolojik gelişiminin gözlemlenebilmesi amacıyla Türkiye’den 25’i aşkın gazeteci ve yazarı ülkeye davet etti. Bizimde içinde yer aldığımız bu heyetle, İran’ın T.V., Radyo ve haber ajanslarını inceleyerek, tıbbi çalışmaların yapıldığı enstitülerden bilgi alma fırsatını yakaladık. Ayrıca ülkenin önemli vilayetlerinden olan Tahran, Kum, İsfahan ve Meşhed’de bulunarak, İran’daki rejimin halk üzerinde ki yansımalarını gözlemleyebilme imkanına sahip olduk.
Bu 8 günlük programla ilgili izlenimlerimizi, bir seyahatname şeklinde değil, merak edilen bazı konularla ilgili tahliller yaparak aktarmayı daha uygun bulmaktayız.
“Baskılar Ülkesi” Eleştirisi Karşısında İran:
İran, halkına karşı baskıcı tavırlar takınan, bir takım zorlama ve kısıtlamalarla rejiminin ayakta kalmasını sağlayan bir ülke olarak tanıtılmakta. Bu zorlamaların en belirgin sembollerinden birisi başörtüsü zorunluluğu. Özel yayıncılığa izin verilmemesi, yayınlanacak kitap ve vizyona girecek sinema filmlerinin sıkı denetiminin sağlanması da yapılan eleştirilerin başında yer alıyor. Bu baskı ifadesini anlayabilmek için özgürlük tanımının doğru yapılması gerektiğini düşünüyorum. Batının ürettiği, içini kendi hayat anlayışıyla doldurduğu özgürlük tanımına göre hareket ederek, bir ülkenin kural tercihlerinin sorgulanmasının ne derece isabetli olacağı tartışılmalıdır. Eşcinselliğin olağan görüldüğü, dini değerlere ve peygamberlere rahatça hakaret edildiği, müstehcen programların kolayca sergilendiği bir özgürlük anlayışının kabul edilemezliğinde asgari ittifak sağlanmalıdır.
Baskı olarak tanıtılan uygulamaları doğru değerlendirebilmek için, devrimi oluşturan şartları ve halkın konumunu doğru tahlil etmek gerekir. Pehlevi hanedanının ülkenin yönünü tamamen batıya çevirmesi, laik hayat tarzını hakim kılma arzusu, dini yaşam biçimine karşı yasaklar koyarak zorba uygulamalara girişmesi, ülkenin petrol zenginliğini kendi şahsi servetine yönlendirmesi ve kendisine muhalif olan kişilere işkence yaparak ölümlerine sebebiyet vermesi üzerine halk şahı devirmiş ve yönetimi ulemaya devretmiştir. Yani İran halkının geleneksel din anlayışı, şahın hızlı batılılaşma serüvenine karşı islami meşruiyet reflekslerini göstermiş, bütünsel bir sistem olarak yeni İran’ın oluşumuna katkı sağlamıştır.
Ancak bir ülkenin tabelasında İslam Cumhuriyetinin yazması, o ülkenin halkının dindarlaştığının göstergesi olamayacağını İran için açıkça söyleyebiliriz. İran halkının genel olarak bir İslam devrimine hazırlıklı olmadığını, devrimin önder kadrosunun, bu emanetin ağırlığının farkında olarak kaybedilmemesi uğruna bir takım uygulamalar içerisine girdiğini görüyoruz. Yani İran’da baskı olarak adlandırılan yaptırımlar, halkın İslami rejimi içselleştirmesi ve İslam devriminin kazanımlarının elden gitmemesi için gerçekleştirilmektedir. Devletin bu mücadelesi, halkı islami olana sevk etmek, İslamın gerçek bir tercih haline dönüşmesini sağlamak içindir.
İslami bir yönetim, halkı, çekici ve cazibeli olan dünyevi davetlere karşı koruyarak, toplumu ifsad edecek ve şehvetleri uyandıracak etkilerden uzak tutabilmelidir. İran’daki T.V. ve Radyoların özelleştirilmemesini, sinema ve yayınlarda ki sıkı denetimi, uygulanması zor olsa da çanak anten yasağını, bu bağlamda anlayabiliyorsunuz. Özellikle Türkiye’deki dizilerin toplum üzerinde ki etkisini, sinema filmlerinin zihinsel tahribatını, gazete ve dergilerdeki müstehcenliğin tetiklediği cinsel suçları düşündüğümüzde, neyin baskı, neyin özgürlük olarak tanımlanabileceğinin yeniden konuşulması gerektiğine inanıyorum.
ŞAHIN AYAKLARI
Bad Hijab’a karşı mücadele ediliyor.
İran deyince ilk akla gelen başörtüsü takma zorunluluğudur. Yurtdışından gelen bayanlarında bu zorlamayla karşılaşması hep eleştirilmiştir. Bizim heyetimizde bulunan bazı bayan gazetecilerde başlarını örtmek zorunda kalmışlardı. Bu meseleyi orada çok düşünme imkanı bulduk. Eleştirel yaklaşan arkadaşlarımızda vardı. Girişte, bir seyahatname değil, izlenimlerimi yazacağımı belirttiğimden hemen tespitlerimi aktarmak istiyorum.
Tahran’da, kadınların %70’i(Bu oran bana ait) saçlarının gözükmesine aldırış etmeden başörtüsü takıyor. Yani saçının birazı veya yarısı açıkta kalıyor. Hatta Türkiye’deki başörtüsü yasağından dolayı İran’a okumaya giden bazı kızların, bu tür kapanma şeklinden etkilenerek başörtüsü hassasiyetlerini kaybettiklerini öğrendiğimizde çok şaşırmıştık. Başörtüsü yasağından dolayı İran’a git, orda başını örtme konusunda gevşeklik göster, çok büyük bir garabet…
İran’da buna “Bad Hijab” diyorlar. Yani “kötü örtünme”. Devlet iletişim kurumları ile halkı bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyor. Tahrana ulaştığımız gün, Tahranın en uzun caddesi olan Veliyy-i Asr caddesinde toplanan iki bin ortaokul ve lise öğrencisinin, Tahran üniversitesine kadar güzel örtünme yürüyüşü gerçekleştirdiğini öğrendik. Yürüyüşü organize eden Tahran Talim ve Terbiye Kurumu Müdürlüğünün, yürüyüşün İslam devrimi değerlerinin nesilden nesile aktarılması amacıyla gerçekleştirildiğini ve yeni neslin de devrimin değerlerine bağlı olduğunu göstermek istediklerini bildirmesi, İran’da devrim sürecinin tamamlanmadığını ispatlamakta.
Başörtüsü zorunluluğu genelin maslahatı açısından tercih edilmekte. Her ne kadar saçlarının önü gözükse de 8 gün boyunca hiçbir bayan vücudu görmememiz zihnin meşguliyetine imkan vermiyor.
Saçların gözüktüğü örtünme tarzının mezhebi bir dayanağının olduğunu da düşünmemek gerekir. Örtünmeyi sindirememiş kişiler için, kusursuz bir örtünme sağlamanın denetiminin zorluğu düşünüldüğünde, saçı gösteren şekle devletin asgari nokta olarak müsamaha ettiğini düşünebiliriz. Yabancı bayanlar için örtü zorlaması ise, kanaatimce İran devletinin ideolojik bir tercihi. Yani bu ülkeye geliyorsan başına örtü atacaksın. İran böylece İslami hassasiyetle beraber, ilkesel bir kural koyarak kendini kabul ettirmeye çalışıyor.
Televizyon ve radyo devletin kontrolünde.
Davetlisi olduğumuz Radyo ve Televizyon Kurumu (İRİB), İran’da üst düzey bir konuma sahip. İRİB genel müdürü, İran’da bakanlar kurulu toplantılarında yer almakta. Şah zamanında Fransızların kontrolünde olan kurum, devrim sonrası tamamen yeni rejimin denetiminde ve hizmetinde kullanılıyor. Özel yayıncılığa imkan verilmemesinden dolayı da “baskıcı” eleştirileri ile karşılaşan İran’ın, televizyon ve radyoculuğu serbest bırakma gibi bir lüksünün olmadığını düşünüyorum. Devrime hazır olmayan halkın süreç içerisinde bilinçlenmesi ve zihinsel olarak bir devrim yaşayabilmesi için dış etkilerden ve faydasız meşguliyetlerden korunması gerekiyor.
Bize kurumun amaçları hakkında bilgi veren İRİB medya açılım sorumlusu Lütfullah SİYAHKERİ’de 2 yaşından 80 yaşına kadar her kesime hitap ettiklerini, bu ağır sorumluluktan dolayı özellikle aile yapısını tahrif edici, yozlaştırıcı yayınların oluşturacağı olumsuz sonuçlara karşı denetimin şart olduğunu vurguladı. Devlet denetiminde olan İRİB’in, bir devlet kurumu sorumluluğu ve ciddiyetiyle hareket etmesini sağlamanın yadırganmaması gerektiğini söyledi.
Televizyon ve radyo kurumunun devlet kontrolünde olmasını, yıllarca tek kanallı ve kalitesiz yayın yapan TRT’yle mukayese etmek doğru bir karşılaştırma olmaz. Çünkü İRİB’in devrimden önce tek bir yayın kanalı varken bugün yüzden fazla yayın kanalına ve çeşitliliğe sahip. 8 tane milli, 7 tane uluslar arası yayın kanalı bulunuyor. 4 eyalette o bölgenin kendi dilleriyle yayın yapan bölgesel televizyon ve radyo kanalları mevcut. Ayrıca İran, batı dünyasına İngilizce yayın yapan PRESS TV ve Arap ülkelerine Arapça yayın yapan EL ALEM televizyon kanalıyla, kendi derdini anlatabilmenin mücadelesini veriyor.
Fikir özgürlüğünün, tüm düşünce ve inançlara saygı gösterildiği, bir savaşa yol açmadığı müddetçe mümkün görüldüğü İRİB’de, cinsel öğelere yer vermeden yüzden fazla kanalı ilgi çekici kılmanın zorluğuna işaret ediliyor. Tüm programların temelinde insan olduğu belirtilerek, insani değerleri tahrip edecek unsurlara yer verilmediğinin altı çiziliyor.
Devrim sonrası İran Sineması :
İran’da sinemaya yönelik büyük bir eğilim var. Türkiye’den bile sinema okumak için birçok öğrenci İran’daki üniversitelere kayıt yaptırmış. İran’ın sinema sektöründeki başarısı esasında bilinen bir gerçek. Ancak devrim süreci bu gelişime set çekmemiş. Aksine sinemanın, halkın bilinçlenme sürecine hizmet edecek bir araç haline getirilmesi amaçlanmış. Hollywood’a nazire yaparcasına kurulan büyük film platolarında, Nil nehri,Kenan şehri,eski Mısır aynı anda bulunuyor. İrşad bakanlığına bağlı olan Farabi film şirketi, senaryoları, dışarıdan gelen sinema filmlerini ve tüm yapımları denetliyor. Böylece yoğun talebin olduğu sinema filmlerinden ne halk mahrum kalıyor, ne de rejimin rahatsız olacağı unsurları barındıran filmler sergileniyor.
İran’da 8-10 günde bir vizyona giren filmler dört tür içeriyor. Toplumsal olayların işlendiği filmler, Askeri, polisiye filmler, devrimi anlatan, cihad ve şehadet içerikli filmler ve Kur’an kıssalarından yola çıkarak hazırlanan tarihi filmler.Hz.Meryem, Hz.Ali ve Ashabı Kehf, Türkiye’de de yoğun bir şekilde izlenen bildiğimiz filmlerden. Bu filmler Şehreki Gazel platosunda çekiliyor. Ayrıca İran’ın çizgi filmler konusunda çok başarılı bir noktaya geldiğini ve böylece her kesime yönelik irşad çalışmalarının sürdürüldüğünü söyleyebiliriz.
Kadınlar hayatın içerisinde oldukça aktif
Baskı olarak adlandırılan uygulamalara bakarak İran’da insanlar, özellikle kadınlar işlevsiz bırakılıyor diyemeyiz. İran’da kadınlar Türkiye’deki kadınlardan daha aktif ve girişken bir şekilde hayatın içerisinde yer alıyor. Hassas genetik çalışmaların yapıldığı enstitülerden, devletin temel iletişim kurumlarına kadar kadın çalışanlar üst düzey görevlerde bulunuyor. Üniversite eğitimi almış ve almakta olan hanımların oranı da bir hayli fazla. Asla göstermelik olmayan, aksine yön veren, etki gücü olan pozisyonlarda bulunan kadınların özgüvenlerinin yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Kapalı, içe dönük bir kadın profili ile karşılaşmayı bekleyen ekibimizde ki bir çok arkadaşımızın, caddelerde gördükleri bayan şoförlerin fazlalığı, hatta arabadan inip kavga edecek boyutta olmaları karşısında şaşırdıklarına şahit olduk. Yani örtünmenin kadını hayattan soyutlayan, dışlayan bir unsur olarak gösterilmesinin propagandasından farkında olunmasa da etkileniliyor.
Çok ilginçtir ki batılı gazete ve televizyonlarının İran’ı tanıtan kamera ve fotoğraf karelerinde genelde kadın unsuru kullanılıyor. Çador (İran geleneksel örtüsü) giymiş kadınların cep telefonu ile konuşmaları, otomobil kullanmaları, hatta parklarda oturup sohbet etmeleri büyük bir olay gibi görüntüleniyor. Bunun arka planında şu anlayış yatmakta: “Çarşaf, çador, örtü ilkel bir tercihtir. Cehalet ile özdeştir. Günümüz modern dünyasında yeri yoktur. Bu şekilde giyinmekle beraber elinde cep telefonu olan bir kadın büyük bir tezat oluşturmaktadır. Birbirine zıt olan bu iki unsurun aynı karede olması objektifleri onlara çevirir.”
Maalesef bu anlayış neticesinde bazen, “aaa kadın yemek yiyor”, “baksana elinde ki telefonla fotoğraf çekiyor”, “bunlarda parklarda oturup sohbet ederlermiş” şeklinde abartılı ve karşı tarafı sıkan noktalara gelindiğine şahit oldum. Hayatın içerisinde rutin işlerinizi yaparken, birilerinin uzaylı görmüş gibi elinde ki fotoğraf makinesiyle peşinizde dolaşmasının normal karşılanacak bir yönünün olmadığı bir gerçek. Bundan dolayı, İranlı kadınlar ve hayat içerisinde ki pozisyonları hakkında doğru kaynaklardan bilgi almanın önemine vurgu yapmak istiyorum.
Dünyevileşme rüzgarı İran’ı da etkiliyor.
İran yönetimi halkın güzel hijab bilincine kavuşabilmesi için mücadele ediyor. Esasında devlet örtü dışında temel bir çok ibadi konuda halkın gelişimi için yönlendirmelerde bulunuyor. Bu mücadele sonucunda, inkılabın değerlerine göre gelinen nokta kamil değil. Bunu Tahran’ın caddelerini izleyerek anlayabilirsiniz. Ben rahmani bir havayı İran’da soluyamadığımı belirtmek isterim. Örtü gibi, diğer temel ibadi uygulamalarda da bir gevşeklik olduğunu düşünüyorum.
Fakat İran’da gerçekleşen inkılabın çok da yaşlı olmadığını unutmamak gerekir. Her ne kadar İslam inkılabının 29 yaşında olduğu hesaplansa da, 1980-1988 yılları arasında ki Irak savaşının yapılanma süresine dahil edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Yani İran’daki rejimin 18 yaşında olduğunu ve inkılabın fikri ve düşünsel yansımasının tam olarak görülememesinin çok şaşırtıcı olmadığını söyleyebiliriz. Buna ayrıca, dünya tarafından boykota uğrama ve tecrit edilmeyi de eklememiz gerekir.
Hatta, son dönemde tüm Müslümanları kuşatan dünyevileşme rüzgarının İran’dan bağımsız olamayacağını da düşünerek analiz yapmaya çalışmalıyız. İbadetlerde yaşanan gevşeklik, batı yaşam tarzına duyulan özenti, konfor ve tüketim hastalığı, Türkiyeli, Suriyeli, Mısırlı Müslümanları etkilediği gibi İran halkını da etkisi altına almıştır.
Diğer taraftan İran halkının şöyle bir dezavantajı da söz konusudur: “Yönetim İslami bir yönetimdir, halkın ıslah edilebilmesi için faaliyetler yapmak onun işidir.” İşte bu anlayış, halkın her şeyi devletten bekleme tembelliğine sebep oluyor. Böylece ferdi kulluk görevleri genelde askıya alınarak, gönüllü ıslah çalışmalarında da azalma görülmekte.
Yaptığımız sohbetler sırasında bu durumun, “İnsan yaratılış icabı ölüme yaklaşınca ibadetlere daha çok yönelir. Daha önce İran’da savaş ortamı vardı. İnsanlar ölüme yakın olduğundan ibadi yaşam da ön safhadaydı. Ama şu an durum öyle değil. İnsanlar da tüketim artıyor, insanlar liberalleşiyor, modern dünyanın kültürel dayatmasından onlarda etkileniyor.” sözleriyle tarif edilmesi, bizim tespitlerimizi de güçlendirmektedir.
ESİR ALINAN İNGİLİZ ASKERLERİNİN BOTU
ABD’ye meydan okumak Ahmedinejad’a yetmiyor.
Dünyanın karizması en yüksek liderlerinden biri olan İran Cumhurbaşkanı Dr. Mahmud Ahmedinejad’a İran halkının kızgın olduğunu öğrendiğimizde çok şaşırmıştım. Konuşma fırsatı bulduğumuz bir çok İranlı, Ahmedinejad’ın Türkiye’de daha çok sevildiğini ama İran içindeki politikalarının yeterince bilinmediğinden söz ettiler. İranlılar, seçim öncesi İran petrol gelirlerini halkın sofrasına indirmeyi vaat eden Ahmedinejad’ın, petrol gelirlerindeki artışa rağmen bunda başarılı olamadığından yakınıyorlar. Petrolün varil fiyatı 20 dolardan, 70-80 dolara çıkmasına rağmen ülkede pahalılık arttı, yaşam koşulları kötüleşti diyorlar. Buna sebeb olarak, devletin verdiği kredilerin geri dönüşünün olmaması, askeri yatırımlar ve dış yardımlar görülüyor. Ekonomideki bu başarısızlık, sadece güce teslim olan halk kesimi içerisinde, İslam’ın başarısızlığı olarak değerlendirilme tehlikesini peşinden getiriyor.
Gençlerin daha çok reformcu olarak isimlendirilen tarafa yakın olduğu belirtilen İran’da, geleneksel kesimin desteğini alan Ahmedinejad’ın sadece ABD ve İsrail çıkışlarının halkı memnun etmek için yeterli olmadığını söyleyebiliriz.
Nükleer teknoloji bir tehdit mi?
Ekibimizden bir arkadaşımızın görüştüğü İran’da etkin konumda bulunan Molla Misbah, nükleer teknolojiyi kitle imha silahı olarak kullanmanın haram olduğunu söyledi. Ancak Misbah, eğer ABD ve İsrail saldırır, İran halkını yok etmeye yönelik girişimlerde bulunurlarsa, müdafaa haklarının saklı olduğunun unutulmaması gerektiğini de hatırlattı. Büyük inkılap gününde, Azade meydanına doğru gerçekleşen yürüyüş boyunca, israil’e gönderme yapan atom sembollü afişlerin yer alması herhalde bu açıklama bağlamında değerlendirilmeli…
Sonuç:
Bir toplumun dönüşebilmesi için halkının zihinsel ve ameli anlamda değişmesi gerekiyor. Yani önce bir iç devrim gerekmekte. Düşünce alanında devrimini gerçekleştirmiş bir halk, içerisinden çıkaracağı idarecilerle ve oluşan kanunlarla bir çatışma yaşamaz. Onunla uyum içerisinde yaşar.
Toplumsal dönüşümün bu yasalarının İran’da tam tecelli etmemesine rağmen gerçekleşen devrim, o devrim ilkelerine hazır olmayan bir halk için rahatsızlık verici olabiliyor. Bundan dolayı İran’da, halkı rejimle tam barışık yapabilmenin mücadelesi halen devam ediyor. Dışa yansıyan bazı uygulamaların, zorlama ve kısıtlama olarak tanımlanmasının ana sebebi de bu… Devletin din adına yaptığı bu kısıtlamalar olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.
Sistemin kendini ifade edebildiği tüm propaganda ve haber alanları kullanılmaya çalışılıyor. Televizyon, radyo, sinema, gazete ve haber ajansları bu temel imkanlardan ve serbest bırakılmayacak kadar da stratejik öneme sahip…
İran devleti halkın eğitimi ve bilinçlenmesi için uğraş verirken, onları bir arada tutacak unsurları da kullanmaktan geri kalmıyor. ABD ve İsrail düşmanlığı bu harcın temelini oluşturuyor. Mesela, her ne kadar çok kalabalık ve coşkulu olarak tanımlansa da, ben devrimin 29.yıl kutlamalarında coşkuyu göremediğimi söylemek isterim. Dindar halkla, modern hayatı benimsemiş kişiler, “israil’e ölüm” sloganında birleşiyorlardı. “Ne kadar iyi işte” denilebilir. Ama varlığını bir düşman üzere kuran rejimlerin, düşmansız kaldıklarında bu sefer halka ne sunacakları tehlikeli bir sorun.
İran’da 79 yılında yaşanan devrim halkın iradesiyle gerçekleşse de sadece yönetim çapında kalmamalıdır. Gerçek devrimin daha çok zamanı vardır. Düşüncelerde gerçekleştirilecek devrimin gerçek bir zafer olduğu artık Müslümanlar tarafından anlaşılmalıdır.
KUM’DA BİR MOLLA