Hamza ER: “Kendileri Peygambere benzemesi gerekenler, politik duruşlarına Peygamberi benzetmeye çalışıyorlar.”
Kur’an Nesli Kültür Merkezi’nde, periyodik olarak devam eden “İslami Bilinç Konferansları”nda Hamza Er, “Hz. Yusuf(s) ve Tevhid Mücadelesi” konusunun 2. Bölümünü anlattı.
Yusuf(s)’un zindandan çıkışı, hükümdar oluşu ve mutlak otorite olarak hareket ettiği sürecin değerlendirildiği konferansta, Hz. Yusuf(s)’a atılan çağdaş iftiraların zina iftirasından daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceği, Rabbani ilkelerin terk edilip, bir toplumun, bir hareketin bambaşka yeni bir zemine kaymasına sebep olabileceği uyarılarında bulunuldu.
Hamza Er, Yusuf(s) kıssasını 12 başlık altında tasnif etmiş ilk 7 başlığı daha önce gerçekleştirdiği 1. Sunumunda paylaşmıştı. Bir saatlik ikinci derste ise kalan 5 başlık ayetler ışığında işlenerek kıssa tamamlandı. Hamza Er kalan bölüm başlıklarını, “Yusuf(s) kardeşleri ile buluşuyor, Yusuf(s)’un kardeşlerine planı, Kardeşlerinin Tevbesi ve Yakup(s)’un Mısır’a gelişi ve rüyanın tevilinin ilanı” olarak tanımladı.
Sunumda genel olarak ön plana çıkan mesajlar şunlardı:
– Yusuf(s) kendisine Melik’in rüyası anlatıldığında, hadisenin tevilini bildiği için bunu bir pazarlık konusu yapmamıştır. Bir toplumun karşılaşabileceği kıtlık ve yokluğun önüne geçebilmek için bilgisini hemen paylaşmıştır.
– Melik’in yanına çağırmasından ötürü, zindan kapıları kendisine alabildiğine açılan Yusuf(s), bu fırsattan hemen istifade yoluna gitmemiştir. Önce hayatının geri kalan kısmında karşısına çıkabilecek tüm şüpheleri giderebilmek için kendisine atılan zina iftirasının anlaşılması ve temize çıkarılması için mahkeme kurulması şartını koşmuştur. Kurulan mahkeme ile kadınların tuzağı anlaşılmış, Yusuf(s)’un olayla hiçbir ilgisinin olmadığı bizzat kadınların dilinden açıkça itiraf edilmiştir.
– Yusuf(s)’un Melikle ne kadar bir zaman aldığı bilinmeyen diyaloğu sonucunda Melik yönetimi Yusuf(s)’a devretmiştir. Rabbimiz Yusuf suresinde bunu bize “Yusuf’u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davranırdı” 56. ayetiyle bildirmiştir.
– Bugün insanlar peygamberleri örnek alacağına, kendilerini peygamberlere benzeteceğine, kendi politik duruşlarına peygamberleri benzetmeye çalışmaktadırlar. Ve Yusuf(s)’un kıssasını, zillet içerisindeki, acizliklerinden kaynaklanan tercihlerine göre yorumlamaktadırlar. Bu yorumlar haddi aşmakta, Allah’ın bir peygamberine tağutun hükmüyle hükmetti iftirası gündeme getirilmektedir.
– Allah’a ve Peygamberine olması gerektiği gibi iman edip, bu imanın çerçevesini belirleyen inanç esaslarını doğru idrak etmiş bir mü’minin Yusuf(s) suresinde ki bazı ifadelere takılabilmesi mümkün değildir. Çünkü Allah’ın, tağuta kulluk etmekten sakındırıp, sadece Allah’a kulluğa davet etmesi için her kavme gönderdiği peygamberlerin(16/Nahl36), bu amaca muhalif tercihlerde bulunarak tağuti bir idarenin memurluğuna yönelmesinin imkânsızlığı açıktır. Allah niçin peygamber göndermiştir sorusunun cevabı, “tağuti hükmü iptal etmek” olduğuna göre, bunun aksini iddia etmek bu gönderiliş amacını inkâr etmek olacaktır.
– Tüm bu hakikatlere rağmen yine de Yusuf(s) kıssasına baktığımızda ikna edici yardımcı deliller de bulmak zor olmamaktadır:
Kıssanın anlatımı içerisinde, melikin adının geçtiği tüm ayetlerde ondan olumlu bir biçimde bahsedilmektedir. Oysa Kur’an, daha sonraki Mısır yöneticisini “Firavun’ olarak isimlendirmektedir. Firavun kelimesi “fer’ane” ve “tefer’ane” fiilinden türemiştir. Bu iki fiil, büyüklendi, ceberrut sahibi ve azamet sahibi oldu, ulaşılmaz bir güce erdi anlamına gelmektedir. Halbuki Yusuf zamanındaki yönetici olumlu bir isimlendirme ile “melik”, “kral” olarak adlandırmaktadır.
Kur’an’da anlatılan peygamber kıssalarında, peygamberlerin muhatabı olan egemen yöneticiler, peygamberlerle gerek fikri, gerekse fiili mücadele halinde olmuşlardır. Peygamberlerin getirdiği Vahiy şiddetle reddedilmiştir. Karşı propagandalarla ona tabi olanlara işkence, sürgün ve ölümler uygulanmıştır. Oysa Yusuf kıssasının anlatımında, peygamberin çağdaşı Melik’e ve ileri gelenlerine ait vahiy ve rasul karşıtı olumsuz tavırlar bulunmamaktadır.
Rasulle görüşen Melik’in, Yusuf peygamberin ona iletmiş olacağı vahiyden bihaber olması mümkün değildir. Rasul bu görüşmenin akabinde ondan yönetimi istemektedir. Eğer melik Rasule karşı olsa, bırakınız ona yönetimi teklif etmeyi, bu talebinden ötürü çıktığı zindana geri gönderirdi.
Ayetlerin, dolayısıyla Peygamber kıssalarının kendisine indiği Hz. Muhammed(s)’in, bu kıssalardan kendisine hisse çıkartması beklenmiştir. Peygamberimiz, zorluk, korku, endişe, muhataplarının inadı, ölüm tehditleri gibi aşamalarla ilgili peygamber kıssaları ile motive edilmiş, örneğin “ey Muhammed endişe etme bu zorlu görevin ilk elçisi sen değilsin, Firavun’a da Musa’yı göndermiştik” denilerek Firavunun tepkisi ile Mekke müşriklerinin tepkisinin benzerliğine dikkat çekilmiştir. Aynı zamanda Musa(s)’nın da aynı endişe ve sıkıntılarla karşılaştığı bilgisine sahip oldurulmuştur. İşte kendisine idarecilik, yöneticilik, liderlik teklif edilen Hz. Muhammed(s) bu sureyi Yusuf(s)’un bakanlık alması olarak algılasaydı, “bir elime Güneşi bir elime Ay’ı verseler davamdan vazgeçmem” sözünü söylemez, bu kıssadan aldığı işaretle hemen tüm görevleri kabul ederdi. Hz. Muhammed’in hayatının bölümlerinde bu yapıya benzer pragmatist uygulamalara rastlamamız gerekirdi. Oysa yöneticilerin kendi yönetimleri içerisinde yer alma tekliflerine rasuller ve son Resul her zaman rest çekmişlerdir.
“Böylece Yusuf’u oraya egemen kıldık, orada dilediği gibi davranırdı.” (12/56) ayeti Yusuf peygamberin yetki ve yönetiminin büyüklüğü hakkında yeterli bilgi vermektedir. Ülkede egemen olan ve dilediği gibi (tabi ki vahye göre) davrandığı tavsif edilen birinin bir başka yönetici ile beraber bu şekilde egemen ve dilediği gibi davranan biri olarak vasıflandırması mümkünlük göstermemektedir.
“Ana babasını tahta oturttu” (12/100) ayetinde geçen “arş” kelimesi; Yusuf peygamberin, Mısır yönetimdeki, tek olan otoritesini vurgulayan en kuvvetli anlatımdır. “Arş” (taht); egemenlik, dilediği gibi davranış (vahye göre) anlamlarına gelir.
Sonuç olarak Hz.Yusuf(s)’da diğer bütün peygamberler gibi Tevhidi mesajın net taşıyıcısı olmuş, davasından bir an bile taviz vermeden ilkeli bir duruş sergilemiştir. Her biri bizler için yolumuzun işareti olan Resuller, Nebiler, sadece Rabbani mesajı almakla vazifelerinin sınırlanmadığını, bu mesajın söz sahibi olabilmesi için takip edilen mücadele yönteminin de Rabbani, yani rabbimiz Allah tarafından belirlendiğini bizlere öğretmişlerdir.