Nis
05
Gönderen: admin, Düşünce, Nisan-5-2009

İnsan doğduğu yeri, ırkını, cinsiyetini, ana ve babasını seçebilme durumunda değildir. Bu seçilemeyen vasıflar ne övünme ne de yerilme gerekçesi olabilir. Ayrıca, seçme durumunda olmadığımız bu özelliklerden dolayı herhangi bir mükafat veya ceza da söz konusu değildir.

Kur’an’da, yaratılış özellikleri içerisinde yer alan bu farklı üstünlüklerin temenni edilmemesi gerektiğinin altı çizilmektedir.(4/32-54) Çünkü, bu seçilemeyen özelikler Allah(c.c.)’ın takdiri gereği belirlenmiştir. İrade beyanında bulunmadığımız ve bulunamayacağımız konularda yırtınmanın ve üstünlük tavırları takınmanın hiçbir gerçekliği yoktur. Aynı zamanda bu özellikler eziklik içine girme ve utanma sebebi de asla olamaz.

İnsan sorumlu bir varlıktır. Gerçek kazanç ve kayıp, bu sorumlulukların fark edilip edilemediği oranda gündeme gelir. Allah(c.c.)’ın temiz bir fıtrat üzere yarattığı, peygamberler ve kitaplar ile uyardığı insanoğlunun, tüm bu ikazlara ve apaçık beyyinelere rağmen heva ve hevesinin peşinden gitmesi, onu ilahlaştırması, hayvanlardan aşağı bir duruma düşmesinin gerekçesidir. (25/43-44)

  Allah(c.c.)’ın vahyine, onu insanlara ulaştıran ve açıklayan Resullerin öğretilerine yüz çeviren, sırtını dönen bu güruh, bu seçimleri ile kaybetmiş ve hüsranı hak etmiştir. Onlar, Allah(c.c.)’tan başka kendisine ne zararı dokunan, ne de yararı olan şeylere yakararak veya zararı yararından daha yakın olanın peşinden giderek sapıklığa düşmüşler, bu sapıklıkları ile de hem dünyayı hem de ahireti kaybetmişlerdir.(22/11-12-13)

 Gerçekleştirdikleri seçimin üstünlük ve mükafat olarak kendilerine döndüğü topluluk ise iman edenlerdir. Onların en temel vasfı düşünebilme, akledebilme tercihleridir. Mü’minler bunca apaçık delillere bakıp, körü körüne direnme ve arzularına uyma yerine, akledebilmeyi seçmişlerdir. Bu yetenek onları imana ulaştırmış, daha dünyadayken üstünlük sıfatı ile müjdelenmelerini sağlamıştır. “Gevşemeyin üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.”(3/ 139)

  Ayrıca iman edenler, şeytanın vesvesesine karşılık Allah(c.c.)’ın yolunu(7/201), iblisin, isyanı ve dünya süsünü çekici göstermesine karşılık, ihlaslı olmayı(15/39-40), O’nun tüm zorlamalarına karşılık, hak yolda sebat etmeyi(17/65), dünya hayatına karşılık, ahireti(4/74), küfre karşı, imanı(2/41-99), şirke karşı, tevhidi(6/19-163), boş sözler, kuruntular ve hevesler yerine, vahyi(7/3), isyana karşılık, itaati(2/285), cimrilik yerine, cömertliği(47/38), korkaklık, tembellik ve ihmale karşılık, cesaret ve cihadı(4/74), tağuta kulluktan kaçınıp, Allah(c.c.)’a kulluğu(2/256) tercih etmişlerdir.

 Kendilerine sunulan batıl alternatifleri reddederek, seçimini hak istikametinde kullanan mü’minler, gerçek kazanç ve zafer olan Allah(c.c.)’ın rızasını kazanarak cennetlere ulaşabilme yolunda ciddi bir adım atmışlardır. Şimdi artık önemli olan bu tercihler doğrultusunda hayatı inşa etmek ve istikamet üzere kalabilmektir.

 Ele geçirdiği güçle, toplumsal hayatın bütününde şirk sistemini hakim kılmaya çalışan, baskı ve sömürü politikaları ile insanları ezen, kendi zulüm ve küfür anlayışını zorla dayatan tağuti bir düzende yaşayan mü’minlerin tavırları, yukarıda belirttiğimiz tercihlerle çelişkili bir durum arz edemez.

 Cahiliye düzeninde, o düzenin uygulayıcısının kimin olacağının belirlenmesi seçimi, iman edenlerin dışında gelişen bir hadisedir. Çünkü onlar, yukarıda belirttiğimiz gibi Tağuta kulluğa karşı Allah(cc)’a kulluğu zaten seçmişlerdir. Kimin sofralarda bir çeşit yemek daha arttıracağı, kimin kişi başına düşen milli geliri bilmem kaç dolarlara çıkaracağı, anayasal ilkelere kimin daha sıkı bağlı kalacağının seçimi, Tağuta ve Allah(cc)’a bağlılık tercihinde, ya ilkini tercih etmiş yada ilkini de terk edememişlerin meselesidir.

 Peygamberleri örnek alan, onların gönderiliş gayesini özümseyen mü’minlerin, uğruna mücadele edecekleri tek dava Tevhid davasıdır. Yeryüzünde şirk düzenlerinin kökünü kazıyarak, sadece Allah’a kulluk esasına dayanan bir toplumu inşa etmekle görevli kılınan Rasuller, ömürlerini ve tüm insani yeteneklerini bu mücadele uğrunda kullanmışlardır. Allah’ın hesabını soracağı ömrü, zamanı, sesi, gücü ve aklı nerede değerlendirdiğine dikkat etmeden, imtihan şuurundan uzak uğraşlar içerisinde bulunmak, Rasullerden miras kalan Tevhid mücadelesine ihanet etmektir.

 Rasuller sadece ilahi direktifler doğrultusunda Tevhid akidesinin toplumda kökleşebilmesinin uğraşısını vermiştir. Egemen olan cahiliye sisteminin kendi iç düzenlemeleri onların ilgi alanlarına girmemiştir. Çünkü Allah tarafından, tamamıyla reddetmek ve değiştirmekle memur kılındıkları bir anlayış karşılarında durmaktadır.

 Sünnet aşkıyla yanmak, peygamberin sünnetini, yolunu takip etmeye talip olmak, şekilsel birkaç hareket ve tavırdan ibaret değildir. İlk başta, sergilediği mücadele sünnetini idrak edip sabırla sadık kalmakla sünnete olan bağlılık ispatlanmalıdır. İlmik ilmik nakışladıkları Tevhid bilincini, kısa ve kestirme olarak tanımlanabilecek yollara başvurarak zedelemeyen Rasullerin bu temel örnekliği asla gözardı edilmemelidir.

 Bir anlık duygusallıklar, nefsi çıkarımlar ve akli kurgularla Nebevi yöntemi terk etmeye yönelik hamlelerin, ilahi rızadan uzaklaştırıcı tuzaklar olduğu anlaşılmalıdır. Sahip olduğu imkanları, kendisine ateş olarak dönecek koşuşturmalar içerisinde harcamayanlar, hakikati görmeyi engelleyen perdeleri yırtmayı başarmış hikmetli kullardır.

Bu hikmet sahibi kulların, kendi sorumlulukları dışında ki gündem ve tartışmalar ile geçirecekleri vakitleri yoktur. Çünkü iman edenler, hayat alanlarını daraltan, yaratılmış her şeyi ifsad eden, insanların sadece Allah(cc)’a kulluk yapabilmelerinin önünde ciddi bir engel teşkil eden bu cahiliye sisteminin ortadan kaldırılması için seferberdirler. Önderleri ve öğretmenleri olan Resullerden devir aldıkları bu görevi, aynı istikamette sürdürmeye kararlıdırlar.

İnşallah bizde  kararlıyız…

“Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; ilah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız.”” (18/Kehf14)


Comments are closed.