İşgal atındaki Filistin topraklarında 2006 yılında seçimler gerçekleşmiş, HAMAS hareketi büyük bir zaferle seçimlerden çıkmayı başarmıştır. Bu seçimlerin sonuçları dünya kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanmış, ABD ve Avrupa ülkeleri Filistin hükümetine yönelik yardımlarını durdurma kararı aldıklarını açıklama ihtiyacı hissetmiştir. Bunun sebebi, resmi hükümeti temsil eden HAMAS’ın tanınmama inadıdır. Bu seçim sonuçları, marjinal olduğu sanılan HAMAS’ın Filistin halkının teveccühünü aldığını göstermiş, halkın gönlünü kazanmış bir hareket olduğunu ispatlamıştır.
Filistin’in resmi hükümeti HAMAS’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası maddi ambargo, yönetimi zor koşullara sokmuş, çalışan memur maaşlarını ödeyememe durumunda bırakmıştır. Dış güçlerin gerçekleştirdiği bu ambargo ile Filistin halkı cezalandırılmak istenmiştir. Siz eğer HAMAS’a yönelirseniz biz de size yardım yapmayız anlayışı içerisinde halkın tercihlerine baskı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Tüm bu mali sıkıntılı süreç devam ederken 2008 yılında işgalci İsrail’in gerçekleştirdiği “dökme kurşun” ismini verdikleri saldırılar başlamış, çoğu kadın ve çocuk olan 1500 Filistinli hayatını kaybetmiştir. Bu saldırılar, zaten zor şartlarda ayakta kalmaya çalışan Filistinlileri maddi yıkımlarla da karşı karşıya bırakmıştır. Alt yapısı bombalanmış, okullar, hastaneler, resmi kurumlar kullanılamaz hale gelmiştir. Hatta B.M.’nin okuluna bile saldırılmış onlarca çocuk bu saldırıda can vermiştir. Kanalizasyon sistemi, içme suyu hattı büyük zarar gören Gazze’de elektrik kullanımı da sınırlı saatlere sıkıştırılmak durumunda kalmıştır.
HAMAS’ın zaferiyle ateşkes yapmak zorunda kalan İsrail, bu seferde kuşatmış olduğu Gazze’ye, girmesi elzem olan ihtiyaç malzemelerinin sokulmasına engel olmaya başlamış, adeta Filistin halkını diz çökertmeye, terbiye etmeye kalkışmıştır. Üç tarafı işgal altındaki İsrail askeri güçleri ile çevrili olan Gazze’nin nefes alma kapısı olan Mısır’a ait Refah kapısı da eski Mısır yönetiminin uygulamaları ile bazen kapalı, bazen ağır işleyen bir durumdadır. Böyle ağır ambargo altında adeta açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze’de hastanelerin ihtiyacı olduğu tıbbi malzemeler olmadığından, çocuklar temel beslenme ürünlerinden yoksun kaldıklarından, elektrik kesintisi ve tıbbi yetersizlikten ötürü gerçekleştirilemeyen ameliyatlardan dolayı 800’e yakın kişi bir yılda yaşamını yitirmiştir. Bombalarla öldürülen 1500 kişinin dışında, ambargonun acı bilançosu 800 insanın ölümü olarak karşımıza çıkmıştır.
İşte böyle zor bir durumda çeşitli ülkelerde rahatsızlık duyan, rahat uyuyamayan binlerce insanın Gazze ambargosunu gündeme getirmek ve bu ambargonun kaldırılmasını sağlamak amacıyla başlattığı kampanyalar gündeme gelmiştir. Dünyanın 37 ülkesinden 700 civarında gönüllüyü, Endonezya’dan Venezuela’ya, Güney Afrika’ya, İsveç’e, ABD’ye kadar onlarca ülkeden farklı dil, din, ırk ve yaştan insanı bu tek amaç bir araya getirmiştir.
Birçok ülkeden katılımcının olduğu, bu topraklardan da yüzlerce insanın katıldığı deniz yoluyla yardım ulaştırma çalışması 2010 yılının mayıs ayında olgunlaşmış, gemiler yola çıkmaya hazır hale getirilmiştir. Gazze Özgürlük Filosu, insanlık tarihinde vuku bulan en etkili sivil girişimlerden birisi olmuştur.
Mavi Marmara yolcu gemisinin insan yükünün çoğunluğunu karşıladığı özgürlük filosu, temel insani yardım malzemelerle yüklenmiş, dikkatleri Gazze’deki bu vicdansız ambargoya çekmeyi amaçlamıştır.
31 Mayıs sabahı işgalci israil Silahlı Kuvvetleri yola çıktığı ilk günden itibaren sadece insani yardım taşıdığını, tamamen sivillerden oluşan bir girişim olduğunu tüm dünyaya ilan eden Gazze Özgürlük Filosu’na amansız bir saldırı gerçekleştirmiş, 37 ülkeden yolcu taşıyan filonun yolcu gemisi Mavi Marmara en şiddetli saldırının hedefi olmuştur. Mavi Marmara’ya indirme yapan askerler daha gemiye inmeden ateşli silahlarla sivilleri hedef almış yaşanan vahşi saldırının sonucunda 9 kardeşimiz şehid olmuş, 55 kardeşimiz de ağır ve hafif olmak üzere yaralanmıştır. Silahsız ve yardım amaçlı yola çıkan insanlara karşı yapılan bu kalleşçe saldırının ardından, yardım gönüllüleri zorla Berşeva hapishanesine götürülmüş, insanlık dışı korsanlık gösterisi 2010’un Akdeniz’inde yaşanmıştır.
Bu acı tablonun ardından israil’e karşı ciddi yaptırımlar beklenirken, gerçekleştirdikleri katliamdan ötürü hiçbir somut geri adım atmayan, insanlık dışı uygulamalarının hesabını vermeyen Siyonist İsrail’in, gasp edip limanlarına çektiği yardım gemilerinin iadesini bile düşünmediği bir dönemde, ilişkilerin normalleşmesine kapı aralayacak bir spor organizasyonunun gerçekleştirilmesini Mavi Marmara yolcuları ve tüm duyarlı insanlar kabul edilir olarak görmemiştir.
Bu sebeple, bizlerde Başkent Spor Salonu’nda 24.07.2010 tarihinde oynanan İsrail – Sırbistan voleybol maçı öncesi İsrail takımının Mavi Marmara gemisine düzenlenen operasyondan 2 ay gibi kısa bir süre sonra Ankara’ya gelip maç oynayacak olmasını protesto etmek amacıyla salon önünde toplanmaya karar verdik.
Acıları daha çok taze olan şehit yakınları, yaralılar ve gemi yolcularının oluşturduğu topluluk İsrailli komandoların Mavi Marmara Yardım gemisine yönelik gerçekleştirdikleri katliamın üzerinden daha 2 ay geçmeden, eli kanlı Mossad ajanlarıyla birlikte sporcuların bu ülke topraklarında bulunmasını asla kabul edilebilir görmediği için seslerini yükseltme durumunda kalmıştır.
Şehitlerin acıları daha çok tazeyken, yaralıların durumları henüz tam düzelmemişken, hatta Uğur Süleyman SÖYLEMEZ kardeşimiz gemide aldığı yaradan dolayı halen Ankara’da maçın oynanacağı salonun birkaç kilometre yakınında yoğun bakımda bulunuyorken, İsrailli sporcuların hiçbir şey olmamış gibi maça çıkacak olmalarını tahammül edilemez görmekteyiz.
İsrail’e somut adımlar attırılamıyor, özür diletemiyor, hakların tazmini sağlayamıyorsa, en azından böyle rahatsız edici organizasyonların iptal ettirilebilmesi gündeme getirilebilirdi.
Siyonistlerin her zaman olduğu gibi “önce katlet sonra pişkince ilişkilere devam et” politikası güderek, katlettiği 9 canı, kurşunladığı 55 yaralıyı ve insanlık onurlarıyla oynadığı tüm yolcuları yokmuş gibi sayıp, bayan voleybol takımını katil ajanlarıyla beraber Ankara’ya göndermesine sessiz kalmamız beklenemezdi. Dünyanın ayağa kalktığı bir katliamdan 2 ay gibi kısa bir süre sonra gerçekleşen bu şımarıklık gösterisine sağır ve dilsiz kalamazdık.
Kadınıyla, erkeğiyle, genciyle bütünüyle asker olan bir toplumun içerisinden çıkan bu sporcuların, voleybol topuna vuran elleriyle acaba daha önce kaç Filistinlinin yuvasını yaktığını düşünmek bile bizi yerimizde tutamazdı. Bu sporcular ile beraber Ankara’ya gelen MOSSAD ajanlarının, daha önce bu topaklardaki hangi faili meçhul cinayetlerin hazırlığında yer almış, hangi taşeron örgütlerle görüşmeler yapmış, hangi operasyonlara imza atmış olduğunu bizler iyi bilmekteyiz. Mavi Marmara operasyonuyla eş zamanlı gerçekleşen 7 askerin hayatını kaybettiği, İskenderun’daki deniz üssüne roketatarla yapılan saldırıda PKK – İsrail bağlantısının deşifre olduğu unutulmamalıdır.
Bizler İsrail askerleri ile karşılaştığımız andan itibaren ve cezaevinde de, tüm bu kanaatlere sahip olacak gözlemlerde de bulunmuştuk. Mavi Marmara Gemisine, donanmasının yarısıyla saldıran İsrail askerlerinin içerisinde kadınlar vardı, Türkiye’de yaşayıp askerliğini İsrail’de yapan, çifte pasaportlu, iyi derece Türkçe bilen askerler vardı. Geminin tüm yolcuları bunlara şahitlik etmiştir.
Bu hassasiyet içerisinde toplanan duyarlı kardeşlerimizle İsrail takımını protesto etmek, maçın oynanmasının yanlışlığını yapacağımız basın açıklaması ile duyurmak istedik. Salonun önünde yapmak istediğimiz basın açıklaması emniyet güçleri tarafından engellenmiş, salondan yüzlerce metre ötede barikat kurulmuş, sokaklar kapatılmıştır. Ellerinde biletleri olan arkadaşlarımızın dahi salona yaklaştırılmasına müsaade edilmemiştir. Bizlerin en tabii hakkı olan, görülen açık bir haksızlığı ve zulmü deşifre etmemiz, haykırmamız önceden kurulan bir kurgu ile boğulmak istenmiştir. Tüm diyalog ve konuşmaların hiç birisi sonuç getirmemiş, sokağın kapatılması ve maça biletleri ile gelen arkadaşlarımızın alınmamasına yönelik en küçük bir resmi belge gösterilmemiştir. Oraya gelen şehit ailelerinin ve koltuk değnekleri ile gelmiş yaralıların halinden anlama çabası gösterilmemiştir.
Ben de herkesin hissettiği ortak kaygıları taşıyarak orada bulundum. Orada tüm Filistin dostları gibi polis barikatı önünde ‘Burası Türkiye, İsrail değil’ ve ‘Katil İsrail, Türkiye’den defol’ sloganını attım. Eli kanlı katillerle gerçekleştirilen tüm ilişkililerin yanlışlığını dile getirdim.
Ankara’da yaşadıklarımız bunlarla ibaret olup, bundan sonrada mümkün olan her platformda İsrail’i ve tüm zalimleri protesto etmeye ve tanımamaya kararlı olduğumu, bunu inancımın bir gereği olarak gördüğümü belirtmek isterim. Tüm erdemli ve onurlu insanlarla beraber bu ve buna benzer çirkinliklere engel olunması gerektiğine olan inancım, gerek Gazze halkının, gerekse Mavi Marmara seferi yolcularının yüzünü daima dik tutacak tavra sahip olmaya beni her zaman sevk edecektir.