Gazze ambargosuna bir isyan olarak yola çıkan Mavi Marmara özgürlük filosunun Akdeniz açıklarında, uluslararası sularda uğradığı saldırıya ilişkin açılan davanın ilk duruşması 06.Kasım’da Çağlayan Adliyesinde başladı.
Bu saldırıya ilişkin, olay tarihinde İsrail Genelkurmay Başkanı olan Rau Aluf Gabiel Ashknazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom, İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi’de davada sanık olarak yargılanıyor.
Bu yargılamalardan ne çıkar, bağlayıcı bir yönü olabilir mi, dünyanın hukuk tanımaz çete gücü İsrail için davanın sonuçları ne kadar önemlidir gibi soruların cevaplarını zamanla göreceğiz. Ama öncelikle niçin Gazze, niçin Mavi Marmara, taraflar kim, hesabı kime bıraktık, hangi hukuk, hangi kanun, hangi adalet mekanizması gibi hususların konuşularak meselenin netleşmesi gerekmiyor mu?
Bu netliği, gemileri yola çıkartan sebepleri bir kere daha hatırlayarak sağlayabiliriz. Tarafımızı ve saflarımızı doğru tespit edebilmek adına süreci tekrar gözden geçirebilmeliyiz.
Hatırlanması gereken ilk husus, ilk kıblemiz, nübüvvet diyarı, Kur’an’ın çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’nın toprakları olan Filistin’in, Siyonist çeteler tarafından işgal edilmesinin sonucu olarak başlayan onurlu direnişin kökleşmesi ve vücut bulmasının hazmedilemediğidir. Filistin halkının İslami direnişe teveccüh etmesi ve onun rehberliğine yönelmesi İsrail ve emperyalist ülkeler tarafından cezalandırılmaya çalışılmıştır. Gazze’ye yönelik ambargonun tam sebebi budur.
Ama insanları canlı canlı açık hava hapishanesinde ölüme terk edenler sadece Gazze’yi kuşatan İsrail çetesi değildir. Filistin halkını artık HAMAS temsil edeceğinden ABD ve Avrupa ülkeleri Filistin hükümetine yönelik yardımlarını durdurma kararı aldıklarını açıklama ihtiyacı hissetmişlerdir. Emperyalistlerin kuklası dönemin Mısır yönetimi de sınır kapısını kapatarak bu sürece iştirak etmiştir.
Filistin’in resmi hükümeti HAMAS’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası maddi ambargo, yönetimi çalışanların maaşlarını ödeyemeyecek durumda bırakmıştır. Batılı güçler, “Siz eğer HAMAS’a yönelirseniz biz de size yardım yapmayız” anlayışı içerisinde halkın tercihlerine baskı oluşturmaya çalışmıştır.
Tüm bu mali sıkıntılı süreç devam ederken 2008 yılında işgalci İsrail’in gerçekleştirdiği “dökme kurşun” ismini verdikleri saldırılar başlamış, çoğu kadın ve çocuk olan 1500 Filistinli hayatını kaybetmiştir. Bu saldırılar, zaten zor şartlarda ayakta kalmaya çalışan Filistinlileri maddi yıkımlarla da karşı karşıya bırakmıştır. Alt yapısı bombalanmış, okullar, hastaneler, resmi kurumlar kullanılamaz hale gelmiştir.
Ağır ambargo altında adeta açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze’de, hastanelerde tıbbi malzemeler olmadığından, çocuklar temel beslenme ürünlerinden yoksun kaldıklarından, elektrik kesintisinden ötürü gerçekleştirilemeyen ameliyatlardan dolayı 800’e yakın kişi bir yılda yaşamını yitirmiştir.
İşte yardım çalışmaları bu süreçte gündeme taşınmış, Mavi Marmara özgürlük filosu bu insanlık dışı ambargoyu yıkabilmek için yola çıkmıştır. Gemide bulunan yüzlerce Müslüman ve onları yolcu eden onbinlerce gönüllü; İsrail, emperyalist güçler ve yerli uşaklarının korkarak, tavır almaya çalıştıkları İslami direnişin tarafı olma onurunu taşıma adına bu işe girişmişlerdir. Sınırlarla ifade edilemeyecek olan küresel İslami direniş hattına destek verebilmek adına varlıklarını ortaya koymuşlardır.
Bu sebeple, işgalci israil Silahlı Kuvvetlerinin 31 Mayıs.2010 sabahı tamamen sivillerden oluşan bir girişim olduğunu tüm dünyaya ilan edilen Gazze Özgürlük Filosu’na yönelik saldırıları, 9 kardeşimizin şehid edilmesi, 55 kişinin yaralanması, eşyalarının gasp edilmesi, Berşeva hapishanesine götürülerek zorla tutulmaları, küresel işgal ve saldırganlık politikalarından ve onların sonuçlarından bağımsız görülmemelidir.
Mavi Marmara davası, dünya kamuoyuna israil’in zalimliğini tekrar hatırlattığı için önemlidir. Gelişmelerden habersiz insanları düşünmeye sevk edebilme adına dikkat çekicidir. Rachel Corrie, YvonneRidley gibi erdemli insanların yeniden çıkabilmesine katkı sağlayabilir. Ancak bu dava bir hesap sorma ve adalet arama girişimi olarak görülemez.
Çünkü Müslümanlara uydurma suçlamalarla baskınlar düzenleyen ve 15-20 ay sonra ilk mahkemelerinde “tamam suçunuz yokmuş” diyerek serbest bırakan, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nu 14 yıldır cezaevinde tutan, bunun 10 yılını tek kişilik hücrede geçirten, tahta tüfekler ve piknik tüp! gibi ağır silahlarla yakalanan Metin Kaplan’a müebbet hapis cezası veren hukuk sisteminden adalet beklenmemelidir.
Küresel İslami direnişin bir ferdi olduklarını ilan edebilme adına gemide bulunanlar, uğradıkları saldırının hesabının sadece islami direniş tarafından sorulabileceğini bilmektedirler.