Suriye’de 50 yılı aşkındır ayakta duran korku cumhuriyeti, halkların haklı feryatları ile sallanıyor. İletişim ağının bu kadar yaygın olduğu, insanların birbirlerinden kolayca haberdar olabildiği bir zaman diliminde, demir perde mantığının sürdürülemeyeceği herkesçe kabul edilen bir gerçek. Bu sebeple şunu net olarak baştan söyleyelim ki, Esed’li bir Suriye artık olmayacak.
Ayaklanmak en doğal tercihleri olan Suriye halkının 20 aydır süren mücadelesi, bütün olumsuzluklara rağmen devam ediyor. 40 bin insanın hayatına mâl olan, 300 bin kişinin komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldığı Suriye’de, herkes bir an evvel Esed’in devrilip zulüm sisteminin sona ereceği günleri bekliyor.
Tunus, Libya, Mısır örneklerinden çok farklı bir yöne doğru evirilen Suriye direnişi, bir yandan İran, Rusya, Çin ittifakının Esed’le arasına ördüğü demir zırhı delmeye çalışırken, bir yandan da devrimi çalmak için pusuda bekleyen ABD ve Batılı müttefiklerinin tehdidiyle bunaltılmış durumda…
İmkânsızlıklar içerisinde kendi kurtuluş savaşını devam ettirmeye uğraşan Suriye halkı, görülen mevcut kamplaşmaların sebep olduğu yalnızlığı iliklerine kadar hissediyor. Açlık, soğukla mücadele gibi temel sorunlarla yaşamayı dert etmeyen direnişçiler, çeşitli gerekçelerle elde edemedikleri silah ve mermilerin yetersizliğinden dolayı mücadelelerini sonuca götüremiyor.
Adeta halkın kırılmasını ve “kim müdahale ederse etsin, yeter ki bu çile bitsin” noktasına gelmesini izleyen ABD, ülkesinde gerçekleşen seçimler sonrasında artık atak bir Suriye politikası yürüteceğini hissettirmeye başladı.
Suriyeli muhaliflerin Doha’daki toplantıları öncesinde bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Washington Esad rejimine karşı savaşanlara yardım etmek istemektedir. Ancak bunun için muhalefetin yeniden şekillendirilmesi ve “devrimi ele geçirmeye” çalışan radikal İslamcı gruplara karşı direniş gösterilmesi gerekmektedir.” dedi.
Clinton’un açıklaması özetle şu mesajları içeriyordu: Amerika, Suriye’de patronluğu açıkça üstlenmeye talip olmuştur, SUK’un yapısının değiştirilmesi gerekli görülmektedir, grupları birleştirici çatı bir yapılanmanın sağlanması çok sesliliği önleme adına planlanmıştır, halkın değerleri ile uyumlu içeriden ılımlı bir liderin tercih edilmesi gereklidir, İslami değerleri savunan “radikal” grupların “ehlîleştirilmesi” veya itham edilerek karşı tavır alınması şarttır.
Bu açıklamanın gölgesinde, muhaliflerin Katar Doha’da gerçekleştirdiği toplantı sonucunda, Suriye’de tüm grupları bir araya getiren yeni bir koalisyon kuruldu ve başına da Emevi Cami’sinin eski imam ve hatibi Muaz El-Hatip getirildi. George Sabra ise SUK’un başına bir denge unsuru olarak yerleştirildi.
İşte bu noktada İslami devlet taleplerini yineleyen muhalif gruplar, ilan edilen koalisyonu tanımadıkları yönünde yaptıkları açıklamalarla dikkatleri üzerlerine çektiler. Halep’te bulunan gruplar açıklama metninde, Ulusal koalisyon adı verilen komplo planını reddettiklerini, adil bir İslam devleti kurulmasını öncelediklerini, hangi kesimden olursa olsun dayatılan her türlü harici projenin reddedilmesi üzerinde ittifak sağladıklarını belirttiler.
İslami değerleri önceleyen, zor koşullarda kontrol altında tuttukları Halep’te bile şer’i mahkeme uygulamalarını pratiğe geçiren, Tekbir ve Tevhid sözlerini dillerinden düşürmeyen Müslüman Suriye halkının iradesinden bağımsız tezgahlanan oyunlara isyan etmesi gerekenler, bu açıklamadan sonra, “Irak İslam Devleti örgütü kötü tecrübesi, devrimciler birbirine mi düşüyor?, sahada askeri operasyonları yürütenler siyasi ve diplomatik girişimleri bu işlerin ehline bırakmalı.” gibi aşağılayıcı ve yönlendirici bir dil kullanmayı tercih etmeye başladılar. “Siz sahada gidin ölün, ehliyetli kodamanlar arkanızdan yeni bir Suriye inşa eder” anlamına gelen yakışıksız sözleri ağızlarından sarf ettiler.
Suriye’ye yabancı kişilerin ve projelerin hesabını soramayanlar, savaşan bazı grupların yabancılığını sorgulamayı maalesef kolay bulur oldular.
Oysa, ABD’nin yön verdiği, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın tanıdığı Suriye Ulusal Koalisyonunun bizleri daha fazla tedirgin etmesi gerekmiyor mu? Demokratik, Liberal modellerin kendilerine dayatıldığı bu koalisyon temsilcileri, uyarılmaya ve nasihate daha muhtaç görülmeli değil mi? Yıkmadan, yıpratmadan bu koalisyon içerisinde yer alan köklü islami yapıların temsilcilerini düşünmeye sevk edici ikazlar yapmamız daha hayırlı sonuçlar doğurmaz mı?
İslami değerleri önceleyen, Allah’ın hükmüne sadakat gösteren, bu uğurda her türlü fedakârlığı göze alan kardeşlerimizi dengeli ve itidalli bir sürece yönlendirmek varken, yok saymak ve ABD’nin korosuna katılarak marjinallikle suçlamak hiç mi bu sözlerin sahiplerinin yüzlerini kızartmıyor?
Şiddeti esas alan din algısının, kısıtlı ve tek yönlü bakışından haklı olarak duyulan rahatsızlığın alternatifi, batının dayattığı prensiplere sarılmak asla olmamalıdır. Bütüncül bir hayat nizamı olan İslam’ı açıkça talep etmek, mücadelenin merkezine almak iftihar edilecek bir tercih olarak görülmelidir. Suriye’nin temiz insanları da bu iftiharı fazlasıyla hak edecek hikmetli bir bakışa inşallah sahiptir.