İslami kimliğimiz gereği, karşılaştığımız problemlere yönelik rengimizi belli etmeli, şahsiyetimizi, ilkeli tavrımızı ortaya koyabilmeliyiz. Şahitlik bunu gerektirir. Açık bir şekilde Allah’ın senden istediğini beklediğini yerine getirmek ve mü’minliğin ne anlama geldiğini ispat etmek…
“Böylece sizi orta yolu benimseyen bir ümmet yaptık ki, siz insanlara şahit (örnek) olasınız ve peygamber de size şahit (örnek) olsun…” (2/Bakara 143)
İmtihanımız, bu şahitliği ortaya koyup koyamadığımız oranda anlam kazanır. “Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet-kulluk etsinler diye yarattım.” (51/Zariyat 56) hakikatiyle yaratılışın hikmetini özetleyen Rabbimizin ibadetten kasıt olarak sadece günün belli vakitlerinde yerine getirilen şekilsel bazı ritüelleri kastetmediğini, ibadetin, hayatın tüm alanında Allah’ın emirlerine itaat etmeyi, ona teslim olmayı, yasaklarından sakınmayı gerektirdiğinin anlaşılması gerekir. Bu bağlamda ibadet-kulluk ile şahitlik arasındaki ilişki fark edilmelidir. Hakkın, imanın, adaletin şahitleri, tanıkları olmak, Allah’ın bizleri varetme hikmeti olan ibadetin ta kendisidir.
Şahit, doğrulayan, ispat eden demektir. Allah’a, varlığına, birliğine, kitabına, peygamberine iman eden bir mü’min, diğer insanların görebilmesi, örnek alabilmesi için bunun vecibelerini ortaya koymalıdır. İmanından kaynaklanan adaleti, doğruluğu, temizliği, eminliği, kıyamı sergilemeli ve insanlar üzerinde şahitler olabilmeyi hedef edinmelidir.
“Allah adına gerektiği gibi cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi “müslümanlar” olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.” (22/Hac 78)
Bu görev peygamberin diğer insanlara şahitlik etmesi gibi, İslâm toplumunun diğer insanlar önünde hakkın, doğruluğun ve adaletin yaşayan şahitleri olmalarını ve hakkın, doğruluğun ve adaletin anlamını tüm dünyaya göstermelerini gerektirir. Bu görev sebebiyle hesaba çekilecek İslâm toplumuna çok büyük sorumluluk düşer. Nasıl Hz. Peygamber(sav) Allah’ın hidayetini tebliğ etmekle görevli idiyse, aynı şekilde müminler de hidayeti diğer insanlara tebliğ etmekle sorumludurlar.
Bu sorumluluk nasıl olurda dünya menfaati ve geçici bir makam, rütbe uğruna iptal edilebilir. Mü’min bir örnekliğin akli bir takım çıkarımlarla ihmal edilmesi nasıl meşru görülebilir. Yalnızca Allah’a ibadet-kulluk yapabilme üzere yaratılan insanoğlunun bunu gizlemeye ertelemeye çalışması nasıl bir garabettir.
Hakk’ın şahitleri olarak görevlerinde en ufak bir gevşeklik gösterenler, kendi kötü amelleri ile birlikte kendi önderlikleri zamanında yayılan kötülüklerden de sorumlu tutulacaklardır. Bu sorumluluk karşısında, “o inandığını iddia ettiğin din neden ete kemiğe bürünmedi, safın, tavrın, tercihin neden şirk üzere, batıl üzere göründü” hesap sorgusuna verilecek hangi cevabın mazeret olarak kabul görüleceği zannediliyor? Siyasi hesaplar ve rekabet, ekonomik güce ulaşabilmenin planları, emredilen net şahitliği engelliyorsa-erteliyorsa, kendi kıyametinin zamanını bilmeyen insanoğluna Allah ile ömür pazarlığı mı yaptın denmez mi?
Tevhid ve Adaletin Şahitleri Olmak
Şahitlik, tağuta, cahiliyeye Lâ demektir. Onu ve değerler sisteminin çarpıklığını net ortaya koyabilmek, Allah’ın otoritesine rakip olma küfrünü ifade edebilmektir. Bu tanıklık, dinin hayatta kalma hakkını pekiştirecek bir tanıklıktır. Bu dinin insanlara vermek istediği hayırlı mesajı destekleyen bir şahidliktir. Kişi canıyla, ahlâkıyla, yaşantısıyla, hayatıyla bu dinin canlı bir şekli olmadıkça bu şahidliğin gereğini yerine getirmiş olamaz. Bu şahitlik adaletten yana olmaktır. Hakkı ayakta tutarak adaletin şahitleri olabilmektir. (bkz.5/Maide 8) Ama en önemlisi, tüm bu kavramların vahyin ortaya koyduğu değerler sistemi içerisinde bir anlamının olduğunu anlatmaktır.
Bu şahitlik hayatın her döneminde ve farklı yönetim biçimlerinde de kendini göstermelidir. Hz. Ömer adaletinin uygulandığı dönemde de, zalim Lenin Sovyetlerinde de bu dinin örnekliği ispatlanmalıdır. Dinin hayata karıştırılmadığı laik toplumlarda yaşayan Müslümanlarda bu ilahi emre muhatap olarak imanlarının gereğini ifade edebilmeli, örnek birer model olabilmelidirler.
Laik cahiliye sistemleri içerisinde elde edilmesi beklenen hiçbir siyasi rant ve ekonomik pay bu ibadetin önüne geçmemelidir. Gelecek hezeyanları içerisinde amellerini ve örnekliğini toprağa gömenler bir müddet sonra çarkları arasında öğütüldükleri sistemin direklerinden birisi olmuşlardır. İçselleştirdikleri sistemin temel değerleri uğruna, uluslararası dengeler adı altında Allah’ın hükümlerini gözardı etmişler, zalimleri dost kılmışlar, muvahhidleri ise marjinal etiketiyle yaftalamışlardır.
Rahatlık ve çalışmaların! devamı vesveseleriyle kendilerini ve çevrelerini kandıran, oyalayanlar maalesef ne kadar boş ve batıl bir oyun içerisinde oyalandıklarını göremez olmuşlardır. Onların bu tavrı, “inandığı ve düşündüğü gibi davranmama, özü sözü bir olmama” olarak tanımlanan nifak kavramının tam karşılığıdır.
Rabbimiz Bizi Şahitlerle Beraber Kıl
Şahitlik bir ibadet, şahitlerle beraber olmak duamızdır. Hz.İsa(as)’a iman eden havariler, Allah tarafından indirilene iman ettiklerini belirttikten sonra kendilerinin şahitlerle beraber yazılması için dua etmişlerdir.
“İsa onların inkârlarını hissedince: “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler: “Allah yolunda yardımcılar biziz. Allah’a iman ettik. Şahit ol ki, biz muhakkak müslümanlarız.” dediler. Ey Rabbimiz, senin indirdiğine iman ettik, o peygambere de uyduk. Artık bizi şahidlerle beraber yaz.” (3/Al-i İmran 52-53)
Şehid Seyyid Kutub bu ayetin tefsirinde havarilerin duasına dikkat çekerek, Müslümanları düşünmeye davet etmiştir :
“İşte bu havariler, kendilerini Allah’ın dinine şahidlik edenlerle birlikte yazması için Allah’a dua ediyorlar. Yani bu dinin canlı bir örneği olabilmeleri için kendilerine yardım etmesini ve başarılı kılmasını, O’nun hayat sistemini gerçekleştirme, bu sistemin pratik olarak yaşandığı bir toplum kurma uğrunda cihad etmeye göndermesini diliyorlar… İsterse, bu dinin gerçeğine “şahidlik edenlerden olma kendilerine hayatları pahasına mâl olsun! Bu dua, kendisinin müslüman olduğunu iddia eden herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir niyazdır. İşte Havarilerin anladığı İslâm budur. Gerçek müslümanların vicdanlarındaki İslâm budur! Dinine karşı bu şahidlikte bulunmayan ve onu gizleyen, kalben günahkârdır. Kişi müslüman olduğunu iddia edèrde kendisi İslâm’ın öngördüğü bir hayat yaşamaz veya bunu kendi içinde yaşar, fakat onu hayatın her alanında uygulamaz da kendi yaşamını dinin yaşamasına tercih edip Allah’ın hayat için öngördüğü yaşam biçimini yürürlüğe koymak için cihad etmezse o şahitliğinde gedik açmış olur. Veya bu dinin tersine bir şehadette bulunmuş olur.”(Fî Zılâl-il Kur’an cilt:2 sa: 91)
Artık karar verilmeli ve saflar seçilmelidir. Hak ve adaletin şahitleri mi olunacak, yoksa münafıklık vasıfları içerisinde koca bir ömür maskeler giyerek mi geçirilecek? Bu ikilemden bir an önce kurtulmak gerekmektedir. Çünkü heba olan sadece bu fesada bulaşanlar değildir. Arkadan gelen genç neslin bu nifak karakterinden etkilenme tehlikesi durumun vahametini arttırmaktadır. Tavizsiz, duru ve ilkeli bir tavra muhtaç olan yeni nesle model olunmalı, meydanın sadece kaypak ve münafık karakterli kişi ve oluşumlara kalmadığı ispatlanmalıdır.