Mar
27
Gönderen: admin, Makale, Mart-27-2014

İnsan doğduğu yeri, ırkını, cinsiyetini, ana ve babasını seçebilme durumunda değildir. Bu seçilemeyen vasıflar ne övünme ne de yerilme gerekçesi olabilir. Ayrıca, seçme durumunda olmadığımız bu özelliklerden dolayı herhangi bir mükâfat veya ceza da söz konusu değildir.

Seçilemeyen bu özelikler Allah(c.)’ın takdiri gereği belirlenmiştir. İrade beyanında bulunmadığımız ve bulunamayacağımız konularda üstünlük tavırları takınmanın hiçbir gerçekliği yoktur. Aynı zamanda bu özellikler eziklik içine girme ve utanma sebebi de olamaz.

İnsan sorumlu bir varlıktır. Gerçek kazanç ve kayıp, bu sorumlulukların fark edilip edilemediği oranda gündeme gelir. Allah’ın temiz bir fıtrat üzere yarattığı, peygamberler ve kitaplar ile uyardığı insanoğlunun, tüm bu ikazlara ve apaçık ayetlere rağmen heva ve hevesinin peşinden gitmesi, onu ilahlaştırması, hayvanlardan aşağı bir duruma düşmesinin gerekçesidir.

Allah’ın vahyine, onu insanlara ulaştıran ve açıklayan Resullerin öğretilerine yüz çeviren, sırtını dönen bu güruh, bu seçimleri ile kaybetmiş ve hüsranı hak etmiştir. Onlar, Allah’tan başka kendilerine ne zararı dokunan, ne de yararı olan şeylere yakararak veya zararı yararından daha yakın olanın peşinden giderek sapmışlardır.

Gerçekleştirdikleri seçimin üstünlük ve mükafat olarak kendilerine döndüğü topluluk ise iman edenlerdir. Onların en temel vasfı düşünebilme, akledebilme tercihleridir. Mü’minler bunca apaçık delillere bakıp, körü körüne direnme ve arzularına uyma yerine, akledebilmeyi seçmişlerdir.

Ayrıca iman edenler, şeytanın vesvesesine karşılık Allah’ın yolunu, iblisin, isyanı ve dünya süsünü çekici göstermesine karşılık, ihlaslı olmayı, O’nun tüm zorlamalarına karşılık, hak yolda sebat etmeyi, dünya hayatına karşılık, ahireti, küfre karşı, imanı, şirke karşı, tevhidi, boş sözler, kuruntular ve hevesler yerine, vahyi, isyana karşılık, itaati, cimrilik yerine, cömertliği, korkaklık, tembellik ve ihmale karşılık, cesaret ve cihadı, tağuta kulluktan kaçınıp, Allah’a kulluğu tercih etmişlerdir.

Kendilerine sunulan batıl alternatifleri reddederek, seçimini Tevhidi değerler yönünde kullanan mü’minler için artık önemli olan bu tercihler doğrultusunda hayatı inşa etmek ve istikamet üzere kalabilmektir.

Kendi zulüm anlayışını dayatan, İslami değerleri işleyişine karıştırmayan cahili bir düzende yaşayan mü’minlerin tavırları, yukarıda belirttiğimiz tercihlerle çelişkili bir durum arz edemez.

Cahiliye düzeninde, o düzenin uygulayıcısının kimin olacağının belirlenmesi seçimi, iman edenlerin dışında gelişen bir hadisedir. Çünkü onlar, yukarıda belirttiğimiz gibi Tağuta kulluğa karşı Allah(c.)’a kulluğu zaten seçmişlerdir.

Kimin sofralarda bir çeşit yemek daha arttıracağı, kimin kişi başına düşen milli geliri bilmem kaç dolarlara çıkaracağı, anayasal ilkelere kimin daha sıkı bağlı kalacağının seçimi, Tağuta ve Allah’a bağlılık tercihinde, ya ilkini tercih etmiş ya da ilkini de terk edememişlerin meselesidir.

Yeryüzünde şirk düzenlerinin, zulüm sistemlerinin kökünü kazıyarak, sadece Allah’a kulluk esasına dayanan bir toplumu inşa etmekle görevli kılınan Rasuller, ömürlerini ve tüm insani yeteneklerini bu mücadele uğrunda kullanmışlardır.

Allah’ın hesabını soracağı ömrü, serveti, zamanı, sesi, gücü ve aklı nerede değerlendirdiğine dikkat etmeden, imtihan şuurundan uzak uğraşlar içerisinde bulunmak, Rasullerden miras kalan Tevhid mücadelesini anlamamaktır.

Peygamberin sünnetini, yolunu takip etmeye talip olmak, şekilsel birkaç hareket ve tavırdan ibaret değildir. İlk başta, sergilenen mücadele sünnetini idrak edip sabırla sadık kalmakla sünnete olan bağlılık ispatlanmalıdır. İlmik ilmik nakışladıkları Tevhidi bilinci zedelemeyen Rasullerin bu temel örnekliği asla gözardı edilmemelidir.

Bir anlık duygusallıklar, nefsi çıkarımlar, sanal yönlendirmeler ve akli kurgularla Nebevi çizgiyi terk etmeye yönelik hamlelerin, ilahi rızadan uzaklaştırıcı tuzaklar olduğu anlaşılmalıdır.

Sahip olduğu imkânları, kendisine ateş olarak dönecek koşuşturmalar içerisinde harcamayanlar, hakikati görmeyi engelleyen perdeleri yırtmayı başarmış hikmetli kullardır.

Bu hikmet sahibi kulların, kendi sorumlulukları dışında dayatılan gündem ve tartışmalar ile geçirecekleri vakitleri yoktur.

Çünkü iman edenler, hayat alanlarını daraltan, yaratılmış her şeyi ifsad eden, insanların sadece Allah(c.)’a kulluk yapabilmelerinin önünde ciddi bir engel teşkil eden cahiliye anlayışını silmek ve insanlığı ıslah edebilme yolunda seferberdirler.

Müslümanların önderleri ve öğretmenleri olan Resullerden devir aldıkları bu görevi aynı istikamette sürdürmeye kararlı durmaları, ne ellerine, ne de kalplerine leke sürmeme konusunda dirençli kalmaları bu zor zamanda daha bir maharet istiyor herhalde…

Litvanyalı yazar Emma Goldman “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı.” demiş ve doğru da söylemiş.

Nizam ve Adalet mi istiyoruz?

O zaman çıkmış olduğumuz yoldan geri dönmemeli, bulunduğumuz hattı korumada kararlı olmalıyız.

Hem insanlık, hem de ahiretimiz için buna mecburuz.


Comments are closed.