Vuslat Dergisi, “Svat halkının dramı, Amerikan Saldırganlığı Ve Müslümanların Sorumluluğu” konulu bir program düzenledi. İHH Pakistan birim sorumlusu Recep TUNCER, Araştırmacı-Yazar Murat ÖZER ve Yazar Hamza ER’in konuşmacı olarak katıldığı programda, Svat bölgesine yönelik kamuoyunun duyarsızlığı, Taliban ismine yönelik olumsuz ithamlar ve bölgede ortaya konan projenin gerçek sebepleri konuşuldu.
Recep TUNCER: “Svat Bölgesine Yönelik Yardımlar Neden Yetersiz”
Programın ilk konuşmacısı IHH Pakistan birim sorumlusu Recep TUNCER’di. Tuncer, çadır kentlere sığınan mültecilerin salgın hastalık ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını, artan hava sıcaklığı ve kirli sular sebebiyle salgın hastalıkların yayılmaya başladığını söyleyerek, mülteci kamplarında sıtma hastalığı tehlikesine dikkatleri çekti. Bölgede en büyük sıkıntıyı apar topar evlerini terk eden yada evleri yıkılan bu sebeple de kimlik kartlarını kaybeden mültecilerin yaşadığını belirten TUNCER, kimlikleri olmayan bu insanların yardım alabilmek için kayıt yaptırmakta büyük zorluklar çektiğini anlattı. Pakistan ordusunun operasyonunun yoğunlaştığı svat vadisinin merkezi olan Mingora şehrinin büyük ölçüde harabeye dönmüş durumda olduğuna değinen Recep TUNCER, şehirde çatışmalar arasında kalan mültecilerin olduğunu ve bu insanların haftalardır yiyecek ve su sıkıntısı çektiklerini ifade etti. İHH İnsanı Yardım Vakfının Pakistanlı mültecilere yönelik yardımlarını eğitimden sağlığa geniş bir yelpazede sürdürdüğünü anlatan TUNCER, “IHH’nın yardım faaliyetleri yüzbinlerce mültecinin sığındığı Merdan şehrinde yoğunlaşmış durumda, şehrin en büyük mülteci kampı olan Celala kampına kurduğu yardım merkeziyle çalışmalarına ara vermeden devam eden IHH son olarak kampta kurduğu çadır okulla çocuklara yönelik eğitim faaliyetlerine başladı” dedi.
Recep TUNCER, IHH’nın kampta ki sağlık merkezinin de tüm gün hizmet veren doktorlarla faaliyetlerini sürdürdğünü hatırlatarak mültecilerden edindiği izlenimlerini anlattı.
Celala kampında kalan ve kampa 20 gün yürüyerek ulaşmış bir ailenin babası olan Azim Han’ın çatışmaların nasıl başladığını anlamadıklarını ve bir anda evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını anlattığına değinen TUNCER bu mültecinin “Operasyonlar başladığında kimse nereye gideceğini bilemedi. Kaçmaya başladılar. Evlerini, memleketlerini işlerini geride bırakmak zorunda kaldılar. Biz geleli 35 gün oluyor. buradaki en büyük sorunumuz elektrik. Biz Svat bölgesinde yaşıyorduk ve Svat genel olarak soğuk bir bölgedir. Burası ise aşırı sıcak. Buraya ise insanlar buraya doğal güzellikleri için, eğlenmek, tatillerini geçirmek için geliyorlar. Ama burası bizim için böyle bir yer değil, oldukça zor durumdayız. İlerde ne olacak bilmiyoruz. Her şeyimizi Svat’ta kaybettik. Hükümetten sadece tek bir şey istiyoruz. Buraya elektrik gelsin. Burada çok zor durumdayız. ” sözlerini aktardı. İHH’nın Celala kampına kurduğu yardım merkezinin yanı sıra Merdan şehrinde bulunan iki büyük kampa daha birer ambulans ve yardım koordinatörleri göndererek bu kamplardaki acil sağlık ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığını açıklayan TUNCER, yardım koordinatörlerinin görevleri arasında kayıp çocukları tespit edip aillerine ulaştırma sorumluluğunun da yer aldığını, IHH ekiplerinin de bu konuda özenle çalışmalar yaptığına değindi. IHH’nın bugüne kadar kamplarda mültecilerin kayıp aile bireyleri hakkında bilgi toplama,yer arama ve aile üyelerini yeniden bir araya getirme,yetim ve dulların kimliklerini saptamak ve özel destek ve bakım göstermek, kampta tesis ve ücretsiz tedavi/ilaç sağlamak, acil yardım kapsamında hastalara ve kamp dışında bir ailenin yanında kalan kişilere yönelik ücretsiz ambulans hizmeti sağlamak, Mardan ve Haripur bölgelerindeki kamplarda pişmiş gıda dağıtmak, kamplardaki kayıtlı yada kayıtlı olmayan çocuklara kuru gıda sağlamak, kıyafet/ayakkabı/sandalet dağıtımı gibi çalışmalar yaptığını maddeleyen TUNCER, kamuoyunun Svat bölgesine yönelik ilgisinin yeterli olmamasından rahatsızlık duyduklarını belirterek, bölge insanı için duyarlı olunması gerektiğine çağrıda bulundu.
Murat ÖZER: “Taliban, Afganistan sınırlarını çoktan aşmış bir düşüncenin adıdır”
Daha sonra söz alan Murat ÖZER ise Müslümanların yanlış Taliban algısını sorgulayan bir konuşma yaptı. ÖZER, 2001 ABD işgaliyle tamamen biteceği hesap edilen Taliban güçlerinin, tüm strateji uzmanlarının öngörülerine inat; sadece Afganistan’a dönmekle kalmadığını; neşet ettiği topraklarda egemenlik alanını da arttırdığını söyleyerek sözlerine başladı. Taliban’ın asıl büyük gelişimini, Veziristan’da sağladığını anlatan ÖZER, “Medyaya “Svat saldırısıyla” birlikte bazen yanlış bir şekilde yansıyan haberlerde, adeta Afgan Taliban’ının Pakistan topraklarında ilerlediği gibi bir izlenim doğmuş görünüyor. Oysa ki durum hiç de böyle değildir. Svat Vadisi’ne, oradan İslamabad’a 100 km. kadar yaklaşan Taliban Hareketi, tamamen Pakistanlılardan oluşmakta. Zaten hareketin ismi de Tehrik-i Taliban-ı Pakistan. Yani, Taliban ismi bölgede adeta bir fenomen durumundadır. Yayılma istidadı gösteren şey, hareketin üyeleri değil, zihniyetin ve bu zihniyetin tezahürü olan direnme bilincidir.” dedi.
Taliban’ın, Afganistan’daki kabile ve hizip savaşlarını büyük ölçüde engelleyip iktidarda kaldığı 5 yıl boyunca ülkede huzur ve sükunu tesis eden bir hareket olduğuna değinen Murat ÖZER, hareketin, asırlardır kavgalı Veziri ve Peştun kabilelerini “inanç ve eylem” temelinde birleştirmeyi başarmış olduğunu anlattı.
Kamuoyunun değerlendirmelerinin aksi istikametinde örnekler veren ÖZER, dünyanın en kaba ve bağnaz insanları olarak tavsif edilen bu kişilerin eline kimlik ve kıyafet değiştirerek düşen bir İngiliz gazeteci kadının, serbest bırakıldıktan sonra İslamla şereflendiğini, dünyanın en modern ve çağdaş iki ülkesi; ABD ve İngiltere’nin aşağılık askerlerinin eline düşen Müslümanların ise en ağır bedensel ve psikolojik işkencelere maruz kaldığının ne çabuk unutulduğunu söyledi. Murat ÖZER, “kadın ve erkeklerimize tecavüz görüntülerinin bilmem ne sitelerine servis edilirken; Taliban savaşın ortasında esir ettiği Batılı bir kadına nasıl muamele etmişti ki, Yvonne Ridley daha sonra Müslüman olmayı seçebildi; sanırım, Taliban’ı tahlil eden insanlar için bu nokta iyi bir başlangıç olabilir; şayet hala insaf sahibiyseler.” dedi.
Taliban’ın sadece askeri açıdan değil, siyasi ve sosyal hayatta da nüfuzunu arttırdığını ifade eden ÖZER, bunun çarpıcı bir örneğini Selim Şahzad, Tehrik-i Taliban yönetimi ile bölgede çalışan bir doktorun mektuplaşmalarını örnek vererek gösterdi. ÖZER, Taliban yönetiminin, halkın, bölgede faaliyet gösteren bazı doktorlardan şikayet etmesi üzerine radyo istasyonları aracılığıyla bir bildiri yayınladığını söyleyerek, bildiride ki uyarılara dikkat eden doktorlara yazılan latif ve iltifat edici mektupları katılımcılarla paylaştı.
“Melakan Kabile Bölgesi: Sevgili Doktorum.. Allah sizden razı olsun. İnsanlara merhamet eden Allah’dır ve Yaradan, insanların üzerine rahmet yağdırır. Tehrik-i Taliban Pakistan adaleti temel alan bir refah toplumunu kurmaya çalışan bir hareketin adıdır ve bu büyük projesini hayat geçirmek için tüm şer güçleri karşısına almıştır. Allah sizi tüm fiziksel ve manevi rahatsızlıklarınızdan arındırsın. Bizim kimseye karşı kişisel bir kinimiz yoktur. Biz eğer her hangi bir şerri durduruyorsak veya her hangi bir hayra öncülük ediyorsak bu yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah’ın rızası içindir. Siz bizim kardeşimizsiniz. Eğer bizim davranışlarımızla yaralanmışsanız, sizden özür dileriz. Biz ne yaptıysak sadece sizin davranışlarınızı dinin aslına döndürmek için yaptık. Hz. Muhammed (sav) bir kişiye güzel ve hoş bir kelam etmek hayırdır buyurmuştur. Bu nednele bizim size tavsiyemiz hastalarınızı tedavi etmenizdir. Çünkü bu konuda birkaç insan dışında sorumluluk üstlenecek çok fazla kişi yoktur. Allah sizi hayırla mükafatlandırsın ve iyi işlerinizde size rehberlik etsin. Selametle..” Murat ÖZER, Taliban yönetiminin, hastaları tedavi ettiğini iddia eden “üfürükçülerle” de mücadelesinin olduğunu, radyo aracılığıyla bu tür hurafe ve bidatleri yaygınlaştıranların cezalandırılacağının ilan edildiğini söyleyerek, ayrıca bölgede kurulan şer’i mahkemelerin Pakistan mahkemelerinin yıllar boyunca karara bağlayamadığı tartışmalı davaları da, kısa bir sürede karara bağlamaya başladığını bunun halk nezrinde memnuniyetle karşılandığını aktardı. İki kız kardeşin bir davasının buna güzel bir örnek teşkil ettiğini belirten ÖZER yaşanan olayı şu şekilde aktardı: “Zubeda ve Pari Gul, babalarından kalan mirasın erkek kardeşleri tarafından gasbedildiği iddiasıyla Pakistan Yüksek mahkemesine başvurmuşlar. Ancak iki yıl süren davada bir karara bağlanması mümkün olmamış. Svat’ta şeri mahkeme kurulunca, kadıya basit bir dilekçeyle başvurmuşlar. Avukata gerek duyulmamış. Zubeda Kadı’nın dilekçeyi aldıktan sonra erkek kardeşlerini ve akrabalarından bazılarını şahit olarak çağırdığını, onları dinledikten sonra aynı gün içinde kararını verdiğini söylüyor. Karar, kızların haklarının iadesi ve mirasın yarısının kızlar arasında paylaşılması şeklinde olmuş. Yabancı bir haber ajansına konuşan Zubeda şöyle diyor: “İnanılmaz bir şey oldu. İki yıldır süren davamız, 4 saatte Şeriat Mahkemesi tarafından sonuçlandı. Hakkımızı aldık.”Murat ÖZER, Taliban’ın Afganistan sınırlarını çoktan aşmış bir düşüncenin adı olduğunu, bu düşüncenin, Şeriatın sadece sosyal ya da adli boyutu olmadığını, aynı zamanda Küresel Emperyalizmle hesaplaşmayan bir anlayışın şer’i olamayacağını ortaya koyduğunu, kaynaklanan rahatsızlığın da bu anlayışın yayılma temayülü göstermesinden kaynaklandığını ifade etti. Suud tipi, ya da Batılı güçlerin desteklediği şimdiki Somali yönetiminin uyguladığı Şeriat düzeninin, Rabbimizin taleb ettiği bir düzen olmadığını söyleyen ÖZER, Taliban’ın ortaya koyduğu bu anlayışın aslında İslamcı paradigmanın geçtiğimiz yüzyılın başından beri vurguladığı söylemle örtüştüğü iddiasında bulundu.
Taliban’ın usuli çizgisi hakkındaki kanaatlerinin tartışılabileceğini, fakat siyasi ve sosyal duruşunun İslamcılıkla birebir örtüştüğünün ortada olduğunu vurgulayan ÖZER sözlerine şu ifadelerle son verdi: “Yüz yıla yakın bir zamandır, İslam dünyasında verilen pek çok savaş, aslında bu çizgiden uzaktır. Birinci Çeçen savaşı, Bosna cihadı, Cezayir Bağımsızlık Savaşı, İslami bir kimlik taşısa da, “Küresel Emperyalizmle savaşmak ve İslam Şeriatını ikame etmek” gibi bir çizgiden uzaktılar. Taliban’ın 15 yıldır ortaya koyduğu pratik ise, ulusal, kabilevi ya da hizbi bir savaşın uzağındadır. Çok duru bir şekilde, Asya’nın en fakir insanları güçleri yettiği oranda İslam şeriatını ikame ederken, namlularını her türlü etnik ve hizbi bağnazlıktan uzak olarak Emperyalizm’e ve yerel tağuti otoritelere çevirmiş durumdadırlar. Bu gerçek, bir takım arızi hatalar gerekçe gösterilerek, görmezden gelinemeyecek durumdadır.”
Hamza ER: “Ortaya Konan Proje ABD’nin Yenilgisine Sebep Olan Unsurların Ve O Unsurları Besleyen Ortamın Dağıtılması Ve İmha Edilmesi Projesidir.”
Programın son konuşmacısı Hamza Er, sözlerine işgalci, emperyalist zihniyetin, işgal ettikleri topraklardaki varlığını devem ettirebilmesi için daima toplumu ikna edecek bahaneler geliştirme ihtiyacı hissettiğini söyleyerek başladı. İkna edici delillerin ortaya çıkabilmesi için ortam hazırlandığını ve sahte kurgularla toplumu maniple etme yoluna gidildiğini ifade eden ER, medyanın bu yönde etkili bir şekilde kullanıldığını, o cam ekranın mutlak doğruculuğu üzerine bir seyir gerçekleştiren zihinlerin kendi insanlarının sebep olduğu tahribatı değerlendiremez hale geldiğini söyleyerek bu hali bir hipnoz durumuna benzetti.
Bu yönlendirmelerin Rusların Çeçenistan işgalinde, ABD’nin 1.ve 2. Irak saldırılarında ve son Gazze katliamında görüldüğünü hatırlatan Hamza ER, Şamil Basayev Dağıstan’a girmeseydi böyle olmazdı, Saddam nükleer silah yapıyor ve Kaide ile ilişkileri var, Hamas ateşkesi bozdu gibi haberlere odaklanarak, işgallerin, binlerce insanın katledilişinin ve yurtlarından sürülmesinin göz ardı edilmesinin anlaşılamaz olduğunu söyledi.
Bu maniplenin son Svat bölgesi saldırılarında da görüldüğünü belirten ER, 17 yaşındaki kızın kırbaçlanma görüntülerinin, kız medreselerinin yakıldığı ve Tehrik-i Taliban-ın şeriat anlaşmasını bozduğu -yalan-haberlerinin peşinde koşanların 3000’in üzerinde insanı öldüren, 2.750.000 kişiyi mülteci konumuna sokanları es geçtiklerine yakındı.
Coğrafyamızdan uzak yerlerde gelişen hadiselerin tali sebep ve sonuçları üzerinde yaşanan tartışmaların odaklanılması gereken hakikatlerden bizleri alıkoyduğunu söyleyen Hamza ER, “Pakistan’ın üçe bölünmesi iddiaları, ABD’nin Orta Asya”nın zengin doğalgaz, petrol, eroin, yakut gibi değerli madenler ve stratejik geçiş hatlarını kontrol etme idealleri tabii ki dikkate alınmalı ama asli sorunu ve sorumluluklarımızı gölgelememelidir” dedi. Hamza ER, Svat bölgesinde yaşanan gelişmelerin ABD’nin Afganistan ‘da yenilmesinden kaynaklandığını, hazırlanan projenin, ABD’nin yenilgisine sebep olan unsurların ve o unsurları besleyen ortamın dağıtılması ve imha edilmesi projesi olduğunu söyledi.
2001 yılında işgal edilen Afganistan’da dağıtılan Taliban’ın beklentilerin aksine kısa sürede toparladığını ve işgal güçlerine ağır zayiatlar verdirdiğini anlatan Er sözlerine şöyle devam etti: “Bölgede yayılma istidadı gösteren şey, sayısal bir kitleleşme değildir. Bir zihniyet ve bu zihniyetin tezahürü olan direnme, cihad bilincidir. Bu zihniyet Afganistan’daki kabile ve hizip savaşlarını büyük ölçüde engellemeyi başarmış bir diri mesaja sahiptir. Taliban iktidarda kaldığı 5 yıl boyunca ülkede huzur ve sükunu tesis etmiş, asırlardır kavgalı olan Veziri ve Peştun kabilelerini “inanç ve eylem” temelinde birleştirmeyi başarmıştır. Hiçbir zaman merkezi bir otorite tarafından yönetilemeyen bu kabileler, Taliban’ın “şeriatın ve adaletin ikamesi ve Haçlılarla mücadele” sloganı etrafında birleşmişlerdir.” Afganistan’a ikmal sağlayan NATO konvoylarının geçiş güzergahlarının mücahitlerin kontrolünde olduğunu ve bu ikmal yollarının tamamen kullanılamaz hale geldiğini anlatan ER, ABD’nin acilen İslamad ve Kabil’i savaşın içerisine sokmanın derdine düştüğünü, bölge güçlerinin işbirliği olmadan bu bataklıktan çıkamayacağını anladığına değindi.
Bu gerçeğin, ABD başkanı Obama’nın açıklamış olduğu yeni Afganistan ve Pakistan planından rahatlıkla görülebileceğinin altını çizen Hamza ER, “bu plana göre Pakistan”a direnişçilere karşı kullanmak üzere beş yılda toplam 7,5 milyar dolar kaynak aktarılırken, Afgan polis ve askerinin eğitimi için 4 bin asker daha gönderilecek. Afganistan’da bulunan ABD askerlerinin sayısı 38.000’den 55.000’e çıkarılacak.” dedi.
Hamza Er sözlerini şu şekilde bitirdi: “ABD yeryüzünde kendi işgal politikalarına muhalif kimseyi istememekte, bu tür toplumlara yaşam hakkı tanımamaktadır. Svat bölgesinde yükselen İslami ses kendisini rahatsız eden onurlu bir ses olduğu için susturulmaya çalışılmaktadır. Bizim safımız daima bu onurlu insanların yanı olmalıdır.”
Program, Hamza ER’in Müslümanların Sorumluluklarını içeren bir metni okumasıyla sona erdi.
MÜSLÜMANLARIN SORUMLULUKLARI
1- Müslümanlar sevgi ve öfke duygularını kimlere karşı göstereceklerinin ölçüsünü Rehberleri olan Kur’an’dan aldıklarından dolayı, hiç bir kafir ve müşriğe sevgi besleyemez, meyledemezler.
2- Bu ölçü gereği, her biri İslam ümmetinin fertleri olan Müslümanların yaşamış olduğu toprakları işgal eden tüm güçlerin karşısında olmalıdırlar.
3- Topraklarımız fiili işgal altıdayken, Kudüs, Bağdat, Grozni, Kabil müstekbirlerin çizmeleriyle çiğneniyorken, konuşulması gereken gündemimiz bu işgalin sona erdirilmesi esası üzerine oluşturulmalıdır.
4- Filistin ve çevre topraklarda planlanan Siyonist projeye karşı olmak yani anti-siyonist olmak nasıl bir ibadetse, emperyalizme karşı çıkmak, anti-emperyalist olmakta aynı şekilde Allah’a kulluğun gereklerinden bir ibadettir.
5- Bu asli ibadetleri ihmal ederek, işgal ve saldırgan vahşi politikaları hesaba katmadan, görmezden gelerek, gündeme yansıtılan ve tüketilmesi istenen detay haberlerin peşinden koşmanın bir tuzak olduğu unutulmamalıdır.
6- Kıtalar aşıp, onbinlerce silahlı gücünü topraklarımıza yığan ABD ve NATO güçlerinin karşılaşacakları her türlü tepki onurlu bir cihad olarak değerlendirilmelidir.
7- Çektikleri acılar, sıkıntılar, yokluk ve zor koşullar hesaba katılmaksızın, işgal topraklarının insanlarını töhmet altında bırakıp, eleştiri bombardımanına tutmanın insaflı olmayacağı bilinmelidir.
8- Kabil’in, Gazze’nin, Grozni’nin,Bağdat’ın’ ilmihalini o toprakların alim onurlu insanları belirleyecektir.
9- Tüm bu gerçeklerle beraber, Tevhid ve Adalet değerlerine sımsıkı bağlı kalması gereken Müslümanlar olarak, temel İslami gerçeklerle bağdaşmayan eylem ve uygulamaların kimden gelirse gelsin karşısında olmalı, Kur’an ve Sünnet ölçüsünde yol gösteren bir üslubu seçmeli, aşağılayan, alay eden tavırlardan sakınılmalıdır.
10- Medya yoluyla gelen haberleri sabırla iyi analiz etmeli, tehlikeli yönlendirmelerin farkında olmadan bir parçası olmaktan sakınılmalıdır.
11- Tüm bu coğrafyalarda mağdur konumunda olan insanlarımıza yardım elimizi uzatmalı, bölge ayırt etmeden ihtiyaçlarını giderecek kampanyaların içerisinde olmalıyız.