Alkollüydü; 28 trafik cezası, adam dövme, yaralama, gazete basma konularında sabıkası vardı. Karşı şeritten gelen polis otosuna çarptı ve bilinçli taksirle bir polis memurunun ölümüne, diğerinin de ağır yaralanmasına neden olduğu gerekçesiyle 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sekiz aydır tutukluluğu süren meşhur!!! yönetmen Sinan Çetin’in oğlu Rüzgâr Çetin mahkemenin oy çokluğuyla serbest kaldı…
Simit sarayı kadar işlevi olmayan Avrupa’nın en büyük adalet saraylarını inşa etmekle övünenler, bırakın yapıtlarıyla övüne dursunlar; suçların arttığı, dosyaların kabardığı, davaların çözümlenemediği, güçlü ve kariyerli iseniz davaların kapanıp, kimsesiz ve çaresizseniz üstünüze binildiği bu hukuk anlayışıyla gurur duysunlar.
Sizin kurallarınız ve sisteminiz de (dininiz de) tıpkı sizin gibi… Küçük, yalancı, zenginlere ve şöhretlilere öncelik tanıyor, sahipsizleri, yoksulları görmezden geliyor. Herşeyi menfaat ve çıkar merkezli değerlendiriyor. Arkası olan, kollanan, sesi biraz yüksek çıkan için açık kapılar buluyor; yoksun, tek başına, çevresi olmayanların ise muhtemel açık kapılarını kapatıyor.
Yöneticilere yakın, para babalarının çevresinde olan, sistemin ayakta kalması için üretilen dizi, film, eğlence ve spor sektörünün temel direklerini oluşturan çevreler için suçlar aleni olsa bile bir yolu bulunup hafifletiliyor ve fail elini kolunu sallayarak gezebiliyor.
Hataların, çevre koşullarının, sahipsizliğin kurbanı olarak suça itilenler içerilere tıkılarak daha bir çete elemanı haline getiriliyor.
Aklı, ölçüsü, merhameti, vicdanı olmayan bir işleyişle toplum umutsuzluğa itiliyor. Şortlu bir kadına tekme atan kişiyi sosyal ağ tepkisiyle 9 yıl cezayla yargılayanlar, imam, müezzin dövenleri serbest bırakıyor.
Unutulmamalıdır ki, toplumsal ilişkilerde çıkar, menfaat ve hayâsızlık hâkimse, böyle bir toplum beşeri aklın yapbozlarıyla delik deşik edilmiş kanunlarla yönetiliyorsa, batı yanlısı kültür temel belirleyici olarak görülüyor, Laik, seküler biçim idealize ediliyorsa; böyle bir sistemi abdestli, namazlı, başı örtülü kişilerin yönetmesi ona Adalet vasfını kazandıramaz. Ayrıca bu durum, görülen hukuksuzluklar üzerine bu kişilerin eleştirilerden muaf tutulmasına de sebep olamaz.
Çalanın, soyanın hatta öldürenin bile kimlik kartına, nüfusuna göre muamele gördüğü bir hukuk sürecini görüp halen çürümüş laik, batı merkezli yasa ve uygulamaların peşinde koşanlar ne zaman gerçek bir Adalet haykırışı ile tek meşru safın içerisine dâhil olacaklar.
Kur’an’da Nisa suresi 135. Ayetinde geçen“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp tutkularınıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” ilahi direktiflerinin oluşturacağı esenlik ve güven dairesine girmek için direnenlerin, yaşanan olumsuzluklardan şikâyet etmesinin inandırıcılığı mümkün mü?
İşte bu ilahi değerlerin inşa ettiği İslam toplumundan, saadet diyarından çarpıcı bir örnek:
Hz. Ali halifeliği döneminde zırhını düşürür. Bir Yahudi o zırhı alır ve kimselere söylemez. Bir gün Hz. Ali zırhını Yahudi’nin elinde görür ve zırhını geri ister. Ancak Yahudi zırhı sahiplenir ve zırhı zırhın asıl sahibi olan Hz. Ali’ye geri vermez. Bunun üzerine Hz. Ali Yahudi’ye mahkemeye gitmeyi teklif eder. Yöneten, kocaman topraklara sahip olan İslam devletinin başkanı ve halifesi, Hz.Peygamber’in (s) damadı olan Hz. Ali kendi malını alan bir Yahudi’den malını gücünü kullanarak almıyor ve onu mahkemeye çıkmaya davet ediyor.
Mahkemeye çıktıklarında Kadı Şüreyh Hz. Ali’ye sorar: “Ya Ali, bu zırhın senin olduğuna şahidin var mıdır?” Hz. Ali bu zırhın kendisinin olduğuna şahitlerinin olduğunu ve bunların birinin oğlu Hasan ve diğerinin de hizmetkarı Kanber olduğunu söyler.
Kadı Şüreyh cevap verir: “Oğlun ve hizmetçin senin yakınlarındırlar. Senin hakkında şahitlikleri geçerli değildir. Başka şahidin var mı?” Hz. Ali başka şahidinin olmadığını söyler. Bunun üzerine Hz. Ali zırhın kendisinin olduğunu ispat edemez ve davayı kaybeder.
Müslümanların halifesi, Müslüman diyarında, Müslüman mahkemesinde bir Yahudi’ye karşı açtığı davayı kaybeder. Bu adaleti gören Yahudi Müslüman olur ve Hz. Ali’ye şöyle söyler: “Ey müminlerin emiri, bu zırh gerçekten de sizindir. Ben sizin arkanızdan giderken yolda rastladım. Sizin düşürdüğünüz kesin. Gördüğüm bu adalet karşısında daha fazla direnmiyor, ben de Müslüman oluyorum. Adaletin böylesi ile sadece Arabistanı değil bütün dünyayı idare etmek mümkündür.”
İşte insanlığı davet ettiğimiz yüce Adalet anlayışı, eşsiz örneklikler… Boyun eğmemiz, teslim olmamız gereken yaşam prensipleri… Allah’ın emirleri üzerine bina edilmiş, Allah’tan sakınmayı merkeze almış, üzerinde tartışmanın ve şüphenin olamayacağı hükümler…
O zaman çok daha fazla şikâyet etmemeli, belli olan döneceğimiz yere yönelmeliyiz.