Haydar İlim Kültür ve Yardımlaşma Derneği HAY-DER’in 2010-2011 Bilinç derslerinde Akledebilme Bilinci işlendi.
İnsanoğlunun Akıl nimeti sayesinde yaratılan diğer varlıklardan ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu, bu aklı Rabbini bilme ve birleme, Adalet, ıslah, doğruluk ve hayr yönünde kullandığı, Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirebilme endişesi ile çalıştırdığında Meleklerden üstün bir dereceye erişebileceğini belirterek sözlerine başlayan Hamza Er, aksi istikamette kalarak aklını doğru çalıştıramayan, heva ve arzularının önünde sürüklenerek Hakk’tan uzaklaşanların ise aşağıların aşağısı konumuna düşebileceğini (esfe-li safilin) belirtti.
“AKL” tanımını yaparak konuşmasına devam eden Er bu konuda şunları söyledi : “‘Akl’ isim olarak; akıl, idrak, diyet, muhakeme yeteneği, kavrayış, zekâ demektir. Düşünme, kavrama, anlama ve bilgiye ulaşma yeteneğidir. Sözlük anlamından hareketle denilebilir ki ‘akıl’; ilimle insanı koruyan, kale içerisine alan, insanı mahveden yollara sürüklemeyen, bir ruhî kuvvettir. Görüldüğü gibi aklın insanı koruyabilmesi için ilimle, ilmin tam karşılığı olan Vahy’le şekillenmesi gerekmektedir.”
Aklın, insanın düşünme, bilme, davranışını belirleme, denetleme ve yargılaması, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydalıyı zararlıdan ayrıt etmesi ile ilgili özel bir kabiliyet olduğunu belirten Hamza Er, insanın bu özel yeteneğe sahip olmasından dolayı dinin emir ve yasaklarını yerine getirmekle sorumlu olduğunu söyledi. “Allah’ın dininin emir ve yasaklarının ancak akılla idrâk edilebilmesinden, bu tekliflerin sebebini, hikmetini, yerine getirildiği zaman faydasını, yerine getirilmediği zaman zararlarını ancak akıl sahiplerinin değerlendirebileceğinden dolayı İslâm akıllı insanlara hitap etmekte, onları mükellef kılmakta ve onlardan akıllarını kullanmalarını emretmektedir.”diyen Er, çocuklar ve aklen özürlü olanların dışında tüm akıl sahiplerinin bu imtihandan sorumlu olduklarının unutulmaması gerektiğini ifade etti.
Aklen ulaşılabilecek bilgilerin sınırlı olduğunu, bu sebeple aklın asla fayda ve zararın mutlak hakemi, son karar yeri olamayacağını söyleyen Hamza Er, bu noktada ilahi bilgi kaynağı Vahy’e olan ihtiyacımızın vazgeçilmezliğinden bahsetti. İnsanın başıboş ve kendi halinde bırakılmadığının ispatı olan Vahy’e karşı duyarlı olmalı, Allah’ın ayetleri karşısında akıl yormalı, aklı onun hakemliğine teslim kılmalıyız diyen Er, Kur’an’ın bir çok ayetinin “akletmeyecek misiniz?, düşünmeyecek misiniz?” ikazı ile bu konuya önem verdiğini söyledi.
Aklı mutlaklaştıran ve böylece hevalarının peşinde koşanların doğru hükme ve hidayete asla ulaşamayacaklarını, İslam’ında bu yöndeki pozitivist düşünce ve felsefelerin karşısında olduğunu anlatan Hamza Er, “varoluş amacı, ölüm ve ötesi, vahyin mâhiyeti, âhiret hayatı, Allah’ın kudreti, ibadetlerin mahiyeti…” gibi konularla beraber, insanlığın tüm sorunlarıyla ilgili hükümleri doğru kavrayabilecek aklın ilahi bilgiye muhtaç olduğunun altını çizdi.
Evrendeki yaratılmış her şeye bakıp yaratıcıyı idrak edemeyenleri, kainatın eşsiz yapısını gözlemleyip onu yaratana karşı konumlarını, insan olarak durumlarını düşünmeyenleri, yani aklını kullanmayanları Kur’an’ın değil Müslüman insan olarak bile değerlendirmediğini söylen Hamza Er, “Allah’a nankörlük edenlerin hali, çobanların çağırdığı fakat, onun bağırıp çağırışından başka bir şey işitmeyen hayvanların durumu gibidir. Onlar, öyle sağır, dilsiz ve körlerdir ki akıllarını kullanmazlar.”(2/Bakara 171) ayetini bu kesim için delil olarak gösterdi.
Sunumunun bu bölümünde Kur’an’dan bir çok ayete yer veren Er, Enfal suresi 22. ayetini aktararak akıl nimetine rağmen Allah’ı ve O’nun gönderdiği gerçekleri anlayamayan, akledemeyen, duyamayan ve hakikatler yerine saçma boş sözlerin peşinde koşanların ayette sağır ve dilsiz olarak tanıtıldığının altını çizdi.
Kur’an’ın insanlara aklı nasıl kullanabilecekleri konusunda Peygamberlerin örnekliğiyle yol gösterdiğine de değinen Hamza Er, İbrahim(a.s.)’ın Yıldız, Ay ve Güneş’e tapanlara bunların Rab olamayacağını akli çıkarımlarla anlatmaya çalıştığını, bu yöntemin biz mü’minler içinde iyi anlaşılması gerektiğini ifade etti. Rab’lık vasfına layık olanın, yaratılmış her şeyden aşkın olması, ezeli ve ebedi sıfatlarına sahip olması, müdahale edemediği hiç ama hiçbir alanın olmaması, tüm kainat üzerinde tasarrufta bulunabilme gücünü taşıması gerektiğinin günümüzde de İbrahimi yöntemlerle anlatılabileceğini söyleyen Er, “böylece muhatabın aklını doğru kullanabilmesine yardımcı olabiliriz” dedi. Hamza Er, yine Kur’an’da göklerin ve yerin yaratılışı, insanın yaratılışı, denizler, yağmur, akarsular, gece, gündüz, toprağın nimetleri, rüzgar vb. gibi bir çok kevni ayetin insanın Rabbini bulabilmesi için açıkça anlatıldığı ve bu ayetlerin akletmeyecek misiniz?, düşünmeyecek misiniz? şeklinde vurgularla bitirildiğini hatırlattı.
Kur’an ayetlerinin, insanın sosyal yaşamına ilişkin emir ve yasakların da ancak iman edip aklını bu yönde kullanabilenler için bir anlam ifade edebileceğini söyleyen Er, “Bakara 266. ayetinde infak ve salih amellere yönelme gerekliliği çok özel bir tasvir ile bizlere anlatılmaktadır. Yunus suresi 24. ayetinde de dünya hayatının durumu ve peşinden koşulmayacak kadar değersizliği yine etkileyici tasvirlerle bize sunulmaktadır. Bu tür tasvirler duyguları harekete geçiren, insanı sarsan eşsizliktedir. Ayrıca Şarap ve kumarın haramlığı, Muhkem ayetlerle meşguliyetin önemi, Bedir savaşındaki Allah’ın yardımı, Mü’minler dışındakilerin sırdaş edilmemesi, ana ve babaya iyilik etmek, fakirlik korkusuyla çocukların öldürülmemesi, açık ve gizli kötülüklere yaklaşılmaması, haksız yere cana kıyılmaması, yetimin malına sahip çıkılması, ölçü ve tartıda adaletli olunmasının önemi gibi emir ve yasaklar, sonunda yer alan “düşünen bir kavim için ibretler vardır, umulur ki düşünürsünüz, eğer düşünüp anlıyorsanız,” gibi vurgularla pekiştirilmektedir. Bizler buradan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Allah’ın biz insanlara emrettiklerinin tamamı aynı zamanda akla, duygulara yani Fıtrata en uygun olandır. Yaratmış olduğu kulu Rabbinden daha iyi kim bilebilir. Bu sebeple Rabbimiz bir konuda emrettiği zaman bunu işittik ve itaat ettik yaklaşımıyla karşılamakla beraber hikmetleri üzerinde de düşünüldüğünde mutmain olunabileceği çok açıktır.” dedi. (bkz. 2/219, 3/7-13-118, 6/151-152, 7/32…)
Sunumunun sonunda düşünebilmenin, aklı kullanabilmenin önündeki engellere de değinen Hamza Er, kör taklitçiliğin, atalar dinine körükörüne bağlılığın, şeyhine, abisine, hocasına, üstadına sorgulamaksızın itaatin, kişinin akletme hislerini körelteceğini ve böylece doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek hale sokacağını söyleyerek, kalabalıkların, çoğunluğun kişiyi etkilememesi gerektiği, hiçbir delil ve mantık aramaksızın sürüler gibi takipçilik yapılmasının Kur’an’da açıkça yerildiğini hatırlattı. Er, bu durum içinde olanlara Rabbimizin “ya takip ettikleriniz doğruyu bulamamış kimselerse, ya onlar bir şey anlamamışlarsa” cevabıyla yaklaştığını, bizlerin de bu ikazlar üzerinde düşünmemiz gerektiğini ifade ederek sözlerini tamamladı.