İnsanlar için büyük bir sorun olan hedefsizlik ne yazık ki günümüz insanının karakteri haline geldi. Elinde doğru reçetesi olmayan insanlar açısından şaşırılmayacak bir hal olan bu durum, yüce ideallerin önüne konduğu Müslümanlar için asla anlaşılabilir bulunmamaktadır.
Halife kılındığı yeryüzünde Allah’ın hükümlerine tabi olarak, o doğrultuda hareket etmesi ve vahyin rehberliğinde yeryüzünü imar etme sorumluluğunu üzerinde hissetmesi gereken Müslümanların, her biri kendi koşullarının ürünü olan batılı kavramların etkisinde kalarak büyük misyonuna ihanette bulunması nasıl izah edilebilir.
Batılı zihnin ürettiği kavramlar, kendi bakışı içerisinde ulaşabildiği son noktalardır. Kıt, sınırlı aklı kutsayarak, hayatı duyu organlarının algılayabildiği kadarıyla yorumlayan batının bıraktığı enkaz, haz merkezli yaşam, bireyselleşme, tüketim için çırpınma, ahlaki, insani değerlerden yoksun sınırsız özgürlük algısıdır.
Hayvanlar âleminin yaratıklarının da özellikleri olan bu seviyeyi aşarak mahlûkatın şerefli bir varlığı haline gelmek, yaratılış amacının farkında olabilmekten geçmektedir. Farkında olunan bu gaye kişiyi yerinde tutamayacaktır. Ömrünü, zamanını, diğer insanların da bunu fark edebilmeleri uğrunda seferber ettirecektir.
Dönemin Tevhid dininin etkisiyle yok olmakla karşı karşıya kalan Roma’nın, karşı hamlesiyle devletleştirdiği Hristiyan algısı dini, vicdanlara hapseden, belli günler ve mekânlarla sınırlandıran ve bir takım ahlaki kurallara indirgeyen donuk bir hale getirmişti.
Bu yaklaşımın günümüzde İslam’a uyarlanmaya çalışılması, devletin referans aldığı bir dinin inşa edeceği adaletten korkan egemenlerin çağdaş bir hamlesi olmuştur. Bu hamle ile İslami çalışmaları rayından çıkarmayı başaran egemen zihniyet, ürettiği yeni İslam algısıyla barışık yaşayanları içerisine alarak dönüştürmeyi başarmış, bunu sindiremeyen Müslümanların da kabuklarına çekilip belirsizlik içerisinde yaşamalarına sebebiyet vermiştir.
Bu ikinci halde olan Müslümanlar, bireysel ibadetlerle yetinerek kurtarıcı beklemekte, bir gün uyandıklarında her şeyin değişmiş olabileceği temennisiyle ömürlerini tüketmeye başlamışlardır.
Dönüşüme uyum sağlayan kesim ise, bu çağda artık yetinilmesi gerekenin, ideal olanın mevcut durum olduğuna kanaat getirmişlerdir.
Esasında bu hal, daha tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Kapitalist tüketim kültürü, liberal, Demokratik hayat tarzının yaygınlaşmasından rahatsızlık duyulmaması, hatta kanıksanması, bu batılı modelle yetinen, onda karar kılan İslamcıların görülmesi, adeta yeni bir itikat oluşturmuştur.
Günümüzün İslamcıları ‘biz bugüne kadar yanlış anlamışız, bakın ne güzel herkes özgürce her istediğini yerine getirebiliyor, tüm özgürlük alanlarının önü açık, daha ne istiyoruz, İslam’ın bir devlet talebi yok ki, asıl olan adalettir!, bunun ötesini talep etmenin bir anlamı yok ki’ sözlerini artık birbirlerine fısıldar oldular.
Böylece rahat ve konforundan taviz vermeyen, sorumluluk almaya, fedakârlık göstermeye ve bedel ödemeye razı olmayan fertler ortaya çıkmakta, Allah’ın dinine yardım eden, fedakâr, cesur örneklikler de artık görülmemektedir.
Mekke döneminin o zor ve sıkıntılı günlerinde bir avuç Müslümana Bizans ve Sasani devletlerinin mülkünü vaat eden Hz. Peygamber(s), henüz ayakta durabilmeye çalışan mü’min fertlerin önüne yüce hedefler koymaktaydı.
İnsanları kullara kulluktan kurtarıp, sadece Allah’a kul yaparak, bu şekilde dünyevi huzurun ve adaletin sağlanmasını amaçlayan İslam’ın, insanların önüne bu hizmetlerinden dolayı ebedi nimetlerle dolu bir hayatı vaat etmesi, bu dinin müntesipleri olan biz Müslümanları düşündürmeli değil mi?