Eyl
19
Gönderen: admin, Makale, Eylül-19-2024

Vicdan, insanın duracağı yeri, alacağı kararı ve göstereceği tepkiyi belirleyen içsel bir pusula… Bizler bu kavramı, 16 Mart 2003 tarihinde, evinden 10 bin km uzakta olan Gazze’nin Refah bölgesinde işgalci İsrail’e ait bir buldozerin altında kalarak can veren Rachel Corrie ile hatırlamıştık. Bir Filistinlinin evinin yıkılmasına engel olmak için işgalci İsrail güvenlik birimlerine ait bir buldozerin önünde dimdik dururken kasten ezilerek can veren Rachel Corrie, vicdan kavramının adeta yakın döneme ait öğretmeni olmuştu.

Aslında Rachel o öğretmenlerden sadece biriydi. Onun açtığı yolda yürüyen, gönüllüsü olduğu Uluslararası Dayanışma Hareketi ile tanışıp Filistinlilere destek için evinden uzaklaşan başka vicdanlarda olacaktı. Tıpkı Ayşenur Ezgi Eygi gibi vicdanlar…

Ayşenur’un, 1998 yılında Antalya’da başlayan hayatı küçük yaşlardan itibaren ABD’de devam etmiş, 3 Eylül 2024’de gittiği Filistin topraklarında, işgalci İsrail askerlerinin kurşunuyla başından vurularak 6 Eylül’de hayatını kaybetmişti.

Bu tür ölümlerin sarsıcı etkisi, kutsal veya milli bir unvana dönüştürülen “şehitlik” kavramına başvurulmasını peşinden getiriyor. Aslında, genelde “ölmek” şeklinde bilinen ve bu şekilde sınırlandırılan “Şehitlik/Şahitlik” kavramının özünde “olmak” eylemi bulunuyor. Hayatın içinde olmak, fıtri/Rahmani değerlerle barışık olmak, varlığın anlamının peşinde koşarak değer kazanan insan olmak… Yani Ayşenur olmak…

Ayşenur olmak, kaygı duyup, dertlenmek demek… Sürekli bir muhasebe halinde, neler yapabileceğini sorgulamak, haklının, doğrunun, mazlumun safında tavır almak demek… Sorumluluk bilinci içerisinde, vicdanlı, merhametli bir kişiliğe sahip olmak demek…

Ayşenur olmak, görülen, işitilen yanlışlara, haksızlıklara karşı susmamak, başını çevirip gitmemek demek… Yapabilecekken yapılmayanların sancısını hissedip daha fazlasının arayışında bulunmak demek…

Ayşenur olmak, benlikten, bencillikten arınmak, insanlık ailesinin bir ferdi olunduğu bilinciyle diğerleri için de var olabilmek demek… Gamsız, silik ve edilgen kişiliklerin “bananeci” tavrına inat yüreğini ortaya koymak, adanmak ve umut olabilmek demek…

Ayşenur olmak, fayda sağlamak, yetinmemek ve daha iyisini aramak demek… Vurulmadan sadece birkaç saat önce, “bu vahşete karşı daha fazla şeyler yapmamız gerekiyor, insanlara anlatmamız lazım. Çünkü Filistin’de olanlar dehşet verici ve kimse bunu görmüyor” endişesini dile getirecek dertli bir kişiliğe sahip olmak demek…

Ayşenur olmak, cesur, hassas ve nazik bir yüreğe sahip olup çevresindekilerin hayatına dokunabilmek için zinde kalmak, elinden geldiğince yardım etmek demek… Otizmli çocuklara rehberlik etmekten, onlarla vakit geçirmekten mutlu olmak demek… İyi bir evlat, arkadaş, kız kardeş ve yol arkadaşı demek…

Ayşenur olmak, arkadaşlarına ikramda bulunmak, onlara çikolatalı kek yapmak, albümlere sığmayacak kadar güzel anılar biriktirmek demek…

Ayşenur olmak, vasat ümmetin vasat bir ferdi olmak demek… Allah’a tam teslimiyetle, doğru yolda birbirlerini desteklemeye adanmış bir topluluğa ihtiyaç duymak demek… Güneşin batışını romantizmin gözüyle değil, onu doğuran ve batıran Rabbe ibadet etme duygusuyla izleyebilmek demek… İnancından utanmamak, seccadesini yere serip alnını Allah için yere değdirmek demek…

Ayşenur olmak, ayrımcılığa karşı durup dil, din, ırk, cinsiyet gözetmeksizin herkese yardım elini uzatabilmek demek… 26 yıllık kısacık ömrünü, bazen yerlilerin ve siyahilerin haklarını savunmak, bazen Arakanlı Müslüman kardeşlerinin yanında olmak, bazen de Filistinli kardeşlerinin uğradığı haksızlığa isyan edebilmek için geçirmek demek…

Ayşenur olmak, ispat etmek demekti… Konuştuklarını aldığı kararlarla, attığı adımlarla doğrulamaktı… Amerikan üniversitelerindeki kampüs gösterilerine katılan kefiyeli öğrencilere, “madem Filistin’i destekliyorsunuz o zaman oraya gidin” diyenleri utandırmaktı…

Ayşenur olmak, dünya zevklerine, hayatın konforuna aldanmamak demek… ABD’nin en iyi üniversitelerinin birinden mezun olan Ayşenur, yüksek bir maaş ve güzel bir kariyer yapabilme imkânına sahipken insanlığın tükendiği yere, Filistin’e gitmeyi, orada umut ışığı yakmayı tercih etmişti. Akranları makyaj yapmanın detaylarını öğrenip sosyal medya paylaşımları yapmakla meşgulken, o hayatının baharında kaybolan insan haklarını aramanın peşindeydi. İşte Ayşenur olmak, inancının sesini dinleyip olması gereken yerde olabilmek demekti…

Ayşenur olmak, Filistin demekti… O, Gazze’de yaşanan soykırıma karşı, Washington Üniversitesi’nde düzenlenen Filistin yanlısı gösterilerde ön saflarda bulunmuş, mezuniyet töreninde Filistin kefiyesini omuzlarında tutup özgür Filistin pankartı açmıştı. Filistin topraklarının işgal altında tutulmasına yönelik tepkisini daha aktif bir şekilde gösterebilmek için Uluslararası Dayanışma Hareketi’ne gönüllü olan Ayşenur, Batı Yaka’nın Nablus kentindeki Beyta beldesinde, insanlığın tam kalbinde yerini almıştı. Ayşenur olmak, toprakları Siyonist yerleşimciler tarafından gasp edilen Filistinli çiftçilere destek vermek için gittiği Beyta’da, barışın sembolü olan bir zeytin ağacının altında, savaştan ve nefretten beslenen katillerce vurulmayı göze almak demekti…

Ayşenur olmak, hayatıyla, yaşantısıyla ve ölümüyle bir şeyler öğretmek demekti… Babası Mehmet Suat Eygi onu bu son seyahatinden vazgeçirmeye çalışmış, “Çok tehlikeli bir karar. İnsan öldürmeyi iyi bilenlerin olduğu bir yere gideceksin; gitme, bir kurşun gelir ölürsün” demişti.

Ayşenur’un babasına verdiği cevap ondan geriye kalan bir öğreti olarak kayıtlara geçmiş oldu: “Gideceğim baba, orada olup bitenleri insanların duyması lazım… Ölmem bir işe yarayacaksa ben buna razıyım.”

Cenazesi Didim’e getirilen Ayşenur’u son kez gören babası, bu dünyada “olmayı” başaran kızının cansız bedenini şöyle tasvir ediyordu:  “İyi ki cesaret gösterip ona baktım, onu gördüm. Melek gibi derler ya, nur yüzlü, aynı öyleydi… O kadar güzel yüzü vardı ki. O hali bile çok güzeldi. Ona bakarken huzur buldum.”


Comments are closed.