Farklı etnik ve dini unsurlara birleştirici, kuşatıcı bir bakışla yaklaşan İslam’ın, rahmet olan bu anlayışının tarih sahnesinden silinmesi, “baskın olan egemenler” ve “ötekiler” ayrışmasını doğurmuştur. Artık boruyu elinde tutan toplumu biçimlendirmekte, diğerleri ise onun lütfettiği, müsaade ettiği kadarıyla idare eder hale gelmiştir. Azınlık olarak tanımladığımız ötekiler yok sayılmakta, dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Ulus devlet anlayışı üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti’nde de “azınlık sorunları,” daima gündemde yer alan bir konu olmuştur. 22 farklı etnik unsuru bir anda azınlık haline getiren yeni sistem, Türkçülüğü merkeze aldığından problemeler de eksik olmamıştır.
Aynı zamanda bir diğer temel unsur olan Laikliğin, dinin hayata müdahalesine izin vermemesi, yeni devleti doğması muhtemel olumsuzluklara karşı adımlar atmaya sevk etmiştir. Bu adımlar, dini yorumlama ve biçim vermede tekel olma zorunluluğunu içermekteydi. Bu endişeyle kurulan, dini gelişimi kontrol edebilmeyi amaç edinen diyanetin, sünni geleneğin Hanefi kolunu dinleştirme tercihi, yeni azınlıklar ortaya çıkarmış, Alevi, Caferi yorumların takipçileri daima hak arayan, itiraz eden pozisyonuna itilmiştir.
Etnik unsur olarak Rumlar ve Ermenilerin korku ve tehdit altında olduğu zaman zaman gündeme getirilmekte, Alevi, Caferi kesimin mezhepsel ayrımcılığa uğradığı hep bu azınlık söylemleriyle ifade edilmektedir.
Mübadele ile yaşanan dramatik sürgünler, insanların yurtlarından zorla çıkartılması, zaman zaman hedef gösterilmesi, devletin hanefist bir yaklaşımla diğer yorumları dikkate almaması ve halk arasında tahkir edici ifadelerle farklı mezhep anlayışlarının itham edilmesi tabii ki kabul edilir değildir.
Ancak bu kesimlerin mağduriyetlerinin kitlesel sahiplenmeyle karşılık bulması, ses getiren, geri adım attıran eylemlilikler göstermesi, “kim azınlık”, “gerçekten azınlık psikolojisini yaşayan kim” sorularını düşünmeye bizi itmiştir.
Hrant Dink’in katledilmesi üzerine haklı tepkilerin gösterilmesi, medyanın, köşe yazarlarının ve kendisini aydın olarak görenlerin “hepimiz Hrant’ız” boyutuna varan isyanları, kolay oluşturulamayacak bir ittifakı gözler önüne sermiştir. Toplumsal bir refleks ortaya konmuş, açık ifadelerle bu mağduriyete sessiz kalınmamıştır. İnsanlar bu topraklarda yaşayan Ermenilere eylemlerle sahip çıkmış, azınlık gözüyle bakmadıklarını göstermiştir.
Azınlık olarak tanımlanan bir diğer kesim de Alevi, Caferi cemaatidir. Sürekli diyanetin bütçesinden yakınan, zorunlu din eğitiminden rahatsızlık duyan, rahatlıkla açabildikleri cem evlerinin alternatif ibadethaneye dönüştürülmesi için fikirlerini açıkça dile getiren Alevi, Caferi kesimin caydırıcı gücünü gördükten sonra, klasik azınlık etiketinin üzerlerine yakışmadıklarını söyleyebilmemiz gerekir.
Dizi ve filmlerde Alevilik öğretilerine ters bir ifade geçtiğinde diziyi yayından kaldırtma gücüne sahip olan, yarışma programında bir sunucunun şaklabanlık yaparken ağzından kaçırdığı bir sözden ötürü programını iptal ettirebilen, bu kişiye günlerce özürler diletip tövbeler getirten, inancına ait yorumları açıkça, net ifadelerle gündeme taşıyabilen alevi kesimin ortaya koyduğu güç, azınlık sınıfı olamayacağını göstermektedir.
Azınlık, fikrini açıkça ortaya koyamayan, konuşurken ceza alma endişesi taşıyan, değerleri rahatlıkla herkesçe hakarete uğrayabilen, inançları magazin ve eğlence konusu yapılabilen, kutsalları karikatür, şiir, makale ve filmlerle alaya alınabilen bir topluluğun tanımıdır.
Bugün bu tanımlamaya denk gelen topluluksa Müslümanlardır. Evet, yanlış okumadınız. Bu topraklarda “azınlık” olanlar Müslümanlardır.
Gazete köşelerinde peygamberlerine defalarca hakaret edilen Müslümanlar değil midir? Tartışma programlarında “ayakkabı, ceketten kurban olur” denilerek ibadetleri oyun eğlence konusu haline getirilen Müslümanlar değil midir? Namazı önemsizleştiren, tesettürü yok sayan yorumlarla yıprananlar Müslümanlar değil midir? “Hafta sonu sahilde rakı balık, Cuma günü de namaz” diyerek kimliksizleştirilmeye çalışılan Müslümanlar değil midir?
Her hangi bir denetim ve otoritenin olmadığından “Anıtkabir’e yönelmeyi, Peygamberin Kâbe’ye yönelmesiyle irtibatlandıran”, “Allah geleceği bilemez”, “İsa(s) Hristiyanların iç meselesidir”, “sol-İslam örtüşür” gibi sapkın fikirlerini beyan edebilenlerin çokça görülmesi, değerlerine sahip çıkamayan Müslümanların azınlık olduğunu göstermiyor mu?
Takkeli hacı beylerin hırsız ve sapık olarak gösterildiği filmlerin yüzlerce kez izlettirildiği, sivilceli burunlu, pis sakallı karikatürlerin rahatlıkla çizilebildiği yerde azınlık mağduriyetini yaşayanlar Müslümanlar olmuyor mu?
İçki kadehlerinin hava da uçuştuğu, her türlü sapkın cinsel yönelişlerin sergilendiği programların dayatıldığı, kumarın millileştirilerek iddaa’larla ilköğretime kadar sokulduğu, kızının başını örtmesini ve kız arkadaşlarıyla aynı sırada oturmasını isteyen velilerin horlandığı, cahil görüldüğü bir ülkede sorarım Allah aşkına kimdir azınlık?
En ufak bir endişeye kapılmadan din adına tahrif edici sözler sarf edenler üzerinde caydırıcı etkisi olmayan, yani azınlık olan Müslümanlar bu toplumun gerçek mağdurlarıdır.
Azınlık halinden çıkış ise, söz söyleyene sözünü tarttırarak söyleten, din adına konuşanı delil ve dayanak araştırma endişesine sevk eden, kişiyi atacağı bir adım için yüz kere düşündürten bir örgütlülüğe ulaşmakla sağlanabilir.
“Hayır, aksine siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak sizin gönlünüze de vehn atacak” buyurur. Yine bir adam “Vehn nedir? Yâ Rasulallah” diye sorunca “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” der. (Hadis, Ebû Davud, Melahim)