Temsilci kendisine bağlılığın açıkça ifade edildiği bir makamdır. O, temsil ettiği topluluk adına konuşur ve kararlar alır. O topluluğun geleceğine yön veren konumda olan temsilci tespiti, sahip olduğumuz değerlerimizle bire bir ilişkilidir.
Aldığı kararlarla sadece dünya üzerindeki işleyişe yön vermekle kalmayan temsilci, aynı zamanda temsil ettiği kitlenin ebedi akıbetini de belirleyen bir konumda olmaktadır. Çünkü o, kitlesinden kendileri adına hareket etme yetkisi almıştır. Oluşacak fayda ve zarardan artık herkes sorumludur.
Kur’an’da bu konuya işaret edilmekte, her toplumun, her ümmetin kendi temsilcileri, önderleri ile büyük mahkemenin kurulacağı gün Allah’ın huzuruna çıkartılacağı bildirilmektedir.
“O süreçte(mahşer günü), her insan grubunu kendi önderleriyle çağırırız…” (17/İsra 71)
Allah’ın hükümlerini merkeze alan ve bu doğrultuda çalışarak Hayrı üreten temsilci tercihinde bulunanlar bu iyi önderleriyle anılacaklardır. Sapmış, yoldan çıkmış, münafıkça bir yaşam içerisinde bulunan kişileri temsiliyet noktasında tercih edenlerse bu günah sahipleriyle bir araya toplanacaktır.
Bana temsilcini söyle sana akıbetini söyleyeyim sözüyle bu durum özetlenebilir.
Bu kadar hayati bir öneme sahip olan hususta, kamuoyu yönlendirmesiyle hareket ederek sorgulama yeteneğini kullanmamak bir irade körlüğü değil midir? Üretilen, özel yetiştirilip hazırlanan ve halklara dayatılan lider bozuntularının peşinden şuursuzca sürüklenmek insanın kendisine akıl nimetini veren Rabbine karşı bir ihaneti olmaz mı?
Osmanlı sonrası yeni Türkiye’sinde batılı değerler üzerinde mutabık kalma şartıyla seçilip ulu önder olarak sunulan M. Kemal’i Türklerin atası olarak kabul edip sorgulamadan sindirenler, bu temsilcilerinin değerler sistemini tasdik ettiklerini onaylamış, onunla dünya ve ahiret hayatını paylaşmaya razı olduklarını ortaya koymuşlardır.
Bu duruma itiraz ederek, inançlarına bağlı kalmaya çalışan mü’min gruplar, seslerini yükseltememiş olsalar da, zindan, sürgün ve idamlar neticesinde etkisiz kalan çabalarıyla Allah’ın huzuruna çıkmayı inşallah başarmışlardır. Gerçek kazanç da zaten budur. İmtihan hayatı olan dünyayı sadece Allah’ın rızasını merkeze alarak değerlendirmeyi başarmaktır.
Bugün, Ulus devlet şartlarının sindirdiği Kürt halkı da böyle bir tercih yapmaya zorlanmakta, temsiliyet noktasında imansız, çapsız, piyon olan şahsiyetlere yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Yazdığı makalelerle, kitapları ve açıklamalarıyla başladığı cümleleri bitirmeyi bile beceremediği görülen, ne denli şuursuz ve temelsiz olduğu dağınık cümle kurgularından kolaylıkla anlaşılan, bir önderden çok bir ruh hastasının halini bize anımsatan Abdullah Öcalan’ı takip etmek dirayet sahipleri için acınacak bir haldir.
Yakalandığında işbirlikçi olmaya razı yakarmalarıyla, “ben ülkemi severim. Annem de Türk’tü. Bir hizmet imkânım olursa yaparım. Türkiye’ye dönünce hizmet edeceğim. Fırsat verirseniz, hizmet ederim. Ben gerçekten söylüyorum. Türkiye’yi seviyorum” açıklamalarını yapan Öcalan, sadece rant hesapları peşinde olan, imandan nasibini almamış, inkarcı yeni bir seçkinler sınıfı oluşturma meraklısı azınlıkları temsil edebilir.
Hz. Muhammed(s)’in ismi olan Mustafa adını taşıyan M. Kemal nasıl ki O’nun yoluna aykırı adımlar atmış ve Peygamberin getirdiği dini değerleri devrimlerle kazımaya çalışmışsa, Kürt toplumuna önder, temsilci olarak sunulan ismi Abdullah olan kişi de ismi gereği kulu olması gerektiği Rabbine isyan hali içerisinde bulunmaktadır.
Abdullah Öcalan, “Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği” adlı kitabında İslam hakkında Müslüman Kürt halkının kabul edemeyeceği değerlendirmeler yapmakta, böylece PKK’nın resmi görüşünü de ortaya koymaktadır.
Öcalan kitapta, İslamın ibadet usullerini ve ibadetlerini en büyük toplumsal ve bireysel hastalık olarak sunmuş, İslam dininin Araplar, Farslar ve Türkler’i milliyet ve ulus olarak güçlendirdiğini, devletleştirdiğini belirtip, Kürtler’in asimilasyonunda ve ezilmelerinde de temel rol oynadığını yazmıştır.
Kitabında, “İslamiyet bir Türk şovenizmidir!”, “Kürtler İslamlaştıkça Kürtlüklerini unutuyorlar!” ifadelerine yer veren Öcalan, Hz. Muhammed(s)’in kişiliğini çelişkili bir gelişim olarak sunmakta, Hatice olmadan Hz. Muhammed’in peygamberleşmesi mümkün görülmemektedir gibi küstah ifadeler kullanmaktadır.
Bugün bir tercih ile karşı karşıya kalan Kürt halkı, kendisine faydası olmayan, hezeyanlar içerisinde debelenip duran Öcalan gibi modelleri değil, Selahaddin Eyyubi gibi Şeyh Said gibi Allah’ın şeriatı uğruna mücadele eden, kutsal değerlere saygısızlığa tahammül göstermeyen mü’min kişilikleri kendisine temsilci, önder olarak seçmeli ve onları takip etmelidir.