Mısır’da 50 yılı aşkın bir zaman egemenliği elinde tutan diktatör yönetimlerin sonuncusu olan Hüsnü Mübarek, 25 Ocak 2011’de başlayan halk ayaklanmaları sonucunda devrilmiş, yapılan seçimler sonucunda Mısır’ın köklü cemaatlerinden olan Müslüman Kardeşler’in temsilcisi Muhammed Mursi devlet başkanlığı görevine getirilmişti.
Takip edildiği üzere, nüfusu 90 milyon olan Mısır’da, yaklaşık bir yıl önce halkın yüzde 52’sinin desteğini alarak Cumhurbaşkanlığına seçilen Muhammed Mursi ve yönetim kadrosu bir ordu darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmış, darbeci zihnin bir memuru geçici olarak bu göreve atanmıştır.
50 yıldır ülkenin kaynaklarını sömüren, kendi zenginlerini oluşturarak halkı perişan halde bırakan, inançlara baskı yapan, siyonist işgal rejimi ve emperyalist güçlerle iş tutarak halkın beklentilerini karşılamayan zalim diktatörler geride büyük bir enkaz bırakmış, ahlaki yönden çürümeye terk edilmiş, İslam’dan uzaklaştırılmış bir neslin oluşumuna da sebep olmuşlardır.
Halkın öfke birikiminin patlamasıyla yönetimden uzaklaştırılan Mübarek’in yerine iş başına getirilen Mursi’den, böyle bir arka plana sahip olan Mısır’da 10 ay gibi kısa bir süre içinde ülkeyi imar etmesini beklemek, anlamsız ve gerçeklikle örtüşmeyen bir yaklaşımdır.
Ordu eski orduyken, bürokratlar eski kadrolarken, ülkenin kan emici sermayedarları piyasayı daraltıp bollaştırma ipini ellerinde tutuyorken, Mursi’den bir şeyleri düzeltemedi şeklinde şikâyet etmenin asıl ayaklanma sebebi olamayacağı açıktır.
Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin üzerinden henüz bir yıl geçmiş olmasına rağmen kendisinden imkânsızı başarması istenen, ülke içerisinden ve dışarıdan her yönüyle baskı altında tutulan Mursi’ye karşı başlatılan planlı kampanyanın sonunda ordunun yönetime el koyması doğru değerlendirilmeli, İslami bir sistemin inşa ihtimaline bile asla tahammül edilemeyeceği anlayışı görülebilmelidir.
ABD, AB ve Körfez ülkelerinin memnuniyet ifadeleri, Suriye’de halkını katleden Esed’in “İslamın siyasal yönü çökmüştür” açıklaması, ekranlarda uzun uzadıya konuşan profesör ve yazarların “Artık sosyal hayatı İslamî taleblerle tanzim etmeye kalkışmak, 21. yüzyılda düşünülemez… Halkın hayat tarzını değiştirmek isteyenlere işte böyle ‘dur’ denilir…” yaklaşımları, Müslümanların kendi toplumlarını kendi inançlarına göre yönetme hakkının kabul görmediğinin açık bir göstergesidir.
Bizler Muhammed Mursi’yi Demokratik sivil bir anayasa söylemlerini dillendirdiğinde uyarmıştık. Müslüman Kardeşler’in Benna ve Kutub çizgisine bağlı kalması gerektiğini her daim hatırlatmaya çalışmıştık. Bu uyarı ve ikazlarımızı muhatabı kim olursa olsun yapmaya devam edecek, Nebevi bir mücadele hattının oluşturulmasına yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz.
Ancak bugün Mısır’da olanları, Hasan El-Benna ile başlayan ve Seyyid Kutub’la devam eden İslamlaşma sürecine yönelik bir darbe olarak görmemiz gerekir. Yapılanlar İslami gelişimi kesintiye uğratma, İslami olandan umutların kesilmesi projesidir. İslami çizginin Demokrasi putunun yenmesi pahasına ABD, AB, Suud, ve Mısır’ın yerli darbecileri tarafından yok edilme çabasıdır.
Darbe sadece siyasi bir temsilci olan Mursi’ye yapılmamıştır. Darbe, Libya’da, Suriye’de, Fas’ta, Cezayir’de, Ürdün’de ve tüm bölgede örnek alınması muhtemel İslami modele karşı yapılmıştır. Körfez ülkelerindeki idareciler darbe sever açıklamalarıyla, kendi topraklarına başarılı olmuş bir modelin yayılması tehlikesinin savuşturulmasının sarhoşluğunu yaşamaktadırlar.
Artık son gelişmeler, bölge halklarını “Arap Baharı”yla birlikte yeniden parlatılan Demokratik sistemi sorgulamaya sevk etmelidir. Bunca yıldır bölgede yaşananlar Demokrasinin egemen güçlerin çıkarlarına hizmet eden bir sistem olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Cezayir’de İslâmî Selâmet Cephesi’nin iktidara giderken askerî darbeyle önünün kesilmesi, Tunus’ta aynı oyunun oynanmış olması, Filistin’de HAMAS’ın seçim zaferinin tanınmaması, yaşadığımız coğrafyada birçok partinin kapatılmış olması ve birçok darbenin gerçekleşmesi ve son olarak Mısır örneğinde görüldüğü gibi; özellikle Allah’ın hükmünü uygulama ihtimali olan yöneticilere karşı çok daha net ve sert şekilde müdahalede bulunulması Müslümanların artık yönlendirilmekten kurtulmalarını gerektirmektedir.
İlahi olana karşı olan, Müslümanların inançlarına göre şekillenmiş bir anlayışı hakim kılmasına engel koyan Demokrasi inancına karşı hevesli olunmaması, Demokrasi havariliğinin net bir söylemle terk edilmesi zorunluluktur.
Geldiğimiz noktada Mısır ve bölge halkı darbeye karşı onurlu bir direniş göstermiş, bütün liderleri gözaltına alınsa, hapishaneler doldurulsa dahi bu mücadeleden vazgeçmeyeceklerini ispatlamışlardır.
Bizler, İslami hareketlerin gelişimine karşı tezgâhlanan bu tür oyun ve senaryolara lanet etmeli, Müslümanlar olarak Tevhidi çizgimizden ve değerlerimizden asla vazgeçmeyeceğimizi ortaya koymalıyız.
Allah’tan başka korkulmaya değer hiçbir merci olmadığını unutmamalı, İslami hareketlerin inşallah dünyanın hiç bir yerinde engellenemeyeceğini haykırmalıyız. İslami hareketler gelişimini ve yükselişini hız kesmeden sürdürecek, meşru yöntemleri takip ederek, tek umut olduğunu adaleti ve esenliğiyle inşallah tüm dünya halklarına hissettirecektir.