Her işimiz yüklendiğimiz sorumluluğun bir gereğidir. Bilinçsizce, şuursuzca yapılan eylemler mü’min hareket alanı içerisinde olamaz, olmamalıdır. Yazmak ve konuşmak da sorumluluk bilinciyle yapılan amellerdendir. Laf olsun diye, faraza anlayışıyla laf dökülüp torba doldurulamaz. Sözlerin de bir amacı ve ahlakı vardır. İstikameti belli, yapılması istenen açık ve anlaşılır olmalı, bu çizgi muhataplar tarafından görülebilmelidir.
Genel olarak her konuşan ve yazan kişinin bir referans kaynağı bulunmalı, inandığı o değerler sistemine göre yaklaşımını ortaya koymalıdır. Bu yaklaşım kişiye tutarlılık ve saygı kazandırır. Belli bir fikri disiplin içerisinde olunduğundan ifade edilenler arasında çelişkiler, nefsi zikzaklar görülmez.
Konjonktüre göre, güçlüye göre, toplum baskısına göre sözünü, kalemini eğip bükenler, sözünü esirgeyenler toplumun dikkate almaması gereken karakteri oturmamış fertler olarak bilinmelidir. Girdiği kabın şeklini alanlar önce şerefini sonra insanlığını kaybeder.
Olayları değerlendirirken inanç, kabile, takım, dernek, parti gibi aidiyetliklerin baskısıyla değil, İslam’ın emrettiği adalet ölçüsü daima dikkate alınmalıdır. Çünkü kâfir bile olsa adaletten ayrılmamak Müslümanın ahlakındandır.
Bugün fikrin ve düşüncenin ahlakı kalmamıştır. Kendisini haklı çıkaracak her türlü yola başvuran kesimler, sadece kazanabilmeyi merkeze aldıklarından üzerine basarak ezdiklerinin farkında olmamaktadır. Güçlü, örgütlü medya patronlarının işaretlerine göre kalem oynatanlar veya gazeteciler ve yazarlar vakfının istihdam ettiği medyanın pohpohlaması ve beslemesiyle çizgi değiştirenler kendilerinden bahsedilmeyecek silik şahsiyetler olarak kalmayı hak etmektedirler.
Çizgimizden geçtiğimiz hafta yazdığımız yazıyla haberdar olunması bile bizim popülaritenin değil Hakkı gözettiğimizin ispatıdır. Çünkü bu ülkede ve yeryüzünde en çok konuşulan ama en az dikkate alınan şey HAKK’tır.
Gariptir ki çağımızın ilim, fikir ve düşünce adamları bunda fikir birliği içinde oldukları halde pratikte çıkar ve menfaatleri doğrultusunda birbirlerine zulmetmekte, haksızlıklar diz boyu sürmektedir.
Müslümanların yoldaki işaretleri Peygamberler ve dava arkadaşlarıdır. İslam tarihinde okuduğumuz örnekler sadece birer masal ve menkıbe değil, örnek alınması gereken işaretlerdir. Bir Yahudi ile Müslümanların halifesi Hz. Ali arasında geçen bir hadise de adil duruş çağlar sonrası tüm insanlığa öğretilmektedir.
Hz. Ali yolda devesi üzerindeki heybede bulunan zırhını düşürür. Arkasından gelen bir Yahudi ise zırhı bulup alır; ama kimseciklere söylemez. Aradan zaman geçer Hz. Ali, zırhı Yahudi’nin elinde Kûfe’de görünce hemen tanır ve sahip çıkarak ister; ‘bu zırh benimdir, nerede buldun ise bulup almışsın, zırhımı geri ver’ der.
Yahudi inkâr ederek ‘zırh benim elimdedir, öyle ise benimdir.’ diye ısrar eder.
Başkanlık nüfuzunu kullanarak zırhı alabilme imkânına sahip olan Hz. Ali zırhı zorla almaz ve ona bir teklif yapar: ‘ben zırh benimdir diyorum, sen ise değil diye diretiyorsun, bunun çaresi adalete gitmektir. Buyurun birlikte gidelim mahkemeye’
Ve Müslümanların halifesi Hz. Ali, yahudi ile yan yana mahkemeye çıkar; adalet önünde eşit şekilde ifade verir.
Davayı gören meşhur hukukçu Kadı Şüreyh Hz. Ali’ye: ‘Ya Ali, bu zırhın senin olduğuna şahidin var mıdır?’ diye sorar.
Hz. Ali; ‘var efendim, oğlum Hasanla hizmetkârım Kanber şahidimdir.’ der.
Kadı Şüreyh hiç beklemeden ‘oğlunla hizmetçin senin yakınlarındırlar, senin hakkında şahitlikleri geçerli değildir. Başka şahidin var mı?’ der.
Hz. Ali’nin başka şahidi yoktur ve bu sebeple kadı; ‘öyle ise zırhın sana ait olduğunu ispat edemediğinden, davayı kaybetmiş oluyorsun. Zırh kimin elinde ise sahibi odur.’ Diyerek mahkemeyi kapatır.
Müslümanların halifesi Müslümanların mahkemesinde Yahudi aleyhine açtığı davayı kaybetmiş, Yahudi kazanırken halife adalete boyun eğerek, itiraza yönelmemiş ve karara rıza göstermiştir.
Manzarayı ibret ve hayretle seyreden Yahudi nihayet insafa gelerek ve gerçeği itiraf ederek şunları söyler: ‘Ey müminlerin emiri, bu zırh gerçekten de sizindir. Ben sizin arkanızdan giderken yolda rastladım. Sizin düşürdüğünüz kesin. Gördüğüm bu adalet karşısında daha fazla direnmiyor, ben de Müslüman oluyorum. Adaletin böylesi ile sadece Arabistan’ı değil bütün dünyayı idare etmek mümkündür.’
İşte mensup olduğumuz din ve iki temel değeri; Tevhid ve Adalet… Bu değerler daha ilk günlerden itibaren insanları eşit tutmuş ve yeryüzünde rahmet ve esenlik kaynağı olmuştur.