Gezi parkında ağaçların sökülerek Topçu Kışlasının inşa edilmesi ve özellikle bu yeni binada AVM açılacak olması iddiaları üzerine başlayan tepkiler kitlesel gösterilere dönüştü.
Gösterilen tepkilerin ilk gerekçeleri haklı da görülse, polisin kameralara yansıyan insaftan uzak bazı yaklaşımları hiçbir ölçü ve kurala uygun olmasa da, Başbakan Erdoğan otoriter, tek adam görüntüsüyle kışkırtıcı, tahrik eden açıklamalar yapsa da olayların sadece görünenden ibaret olmadığını görebilmeliyiz.
Manzaraya baktığımızda meselenin Gezi Parkı meselesi olmadığı, ağaç kesmekle, Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etmekle, içine AVM yapıp yapmamakla alakası olmadığı aslında çok açık.
Batı başkentlerinin açıklama üstüne açıklama yapması, dünya medyasının, haber ajanslarının olayları günlerce canlı yayın vermesi, yaşananları ‘Türk Baharı’ gibi kavramlarla servis etmesi, El Cezire, Guardian, New York Times, BBC gibi yabancı ajanslarının ‘Türkiye’de Mısır Devrimi yaşanıyor, iç savaş yaşanıyor’ feryatları Gezi olaylarının merkezi bir proje olduğu kanaatini güçlendiriyor.
Yabancı basında yer alan; Taksim’deki protestonun hükümetin giderek artan baskıcı yönetiminin bir sonucu olduğu, hükümetin kısa bir süre önce alkol tüketimine yasak getirdiği, Taksim Meydanı’na Osmanlı çağından bir kışla inşa edileceği, laikler ve gençlerin Erdoğan’a karşı olduğu, isyan ülkenin kurucusu Atatürk’ün kenti Ankara’da da başladı ve bir savaş sahnesine döndü ifadeleri, laik Türkiye’nin sembolü Taksim Meydanı’ndaki eylemler, Erdoğan’ın büyüyen otoritesine karşı bir özgürlük mücadelesine dönüştü gibi iddialı metinler ve Türkiye’de yönetim her geçen gün daha fazla otoriteleşiyor, ılımlı siyasi İslam Türkiye’yi ılımlı şeriata götürüyor beyanatları konunun uluslararası boyutunu gözler önüne seriyor.
Bölgeyi daima dizayn etme çabası içerisinde bulunan, kontrolü elden çıkartmak istemeyen Batılı aktörlerin projelerinin bir parçası olan AKP iktidarı bu eylemlerle uyarılmış, kendisine adeta gözdağı verilmiştir.
Bizim oğlan olarak gördükleri Erdoğan’a daha fazla muhafazakârlaşmaya doğru bir yönelime girmemesi hatırlatılmıştır. Yaşananlar, karşılıklı hesapların uyuştuğu ve böylece yolların kendisine açıldığı iktidarın 11 senesinin sonunda Avrupa ve ABD başkentlerine yansıyan, halkı rahatsız eden, tehlike olarak görülen yaşam haklarına müdahale algısının düzeltilmesi için balans ayarı girişimidir.
Yapılan tahrikler, İslami yaşam biçimine karşı gösterilen öfke dolu saldırılar ve Batı medyasının ortak manşetlerle hazırlanmış haberleri, Demokrasinin, ilahi değerlerin değil kendisine, tonlarına, motif, desen olarak sunulan biçimine bile tahammül edemeyeceğinin açık bir göstergesiydi aslında…
Ama benim açımdan işin en önemli kısmı iç içe yaşadığımız insanları tanıyabilme, sınırlarını keşfedebilme, muhtemel temayüllerini görebilme imkânına sahip olmamızdır. Bu olayla birlikte topluma yönelik ciddi değerlendirmeler yapma fırsatını elde ettik. Ailelerimiz, komşularımız, iş arkadaşlarımız içerisinde sürekli birlikte olduğumuz kişilerin sinelerinde neleri tuttuklarını, gizlediklerini gözlemledik. Bazıları için şaşırdık, bazılarına üzüldük, bazıları içinse öfke biriktirdik.
Hangi kesimler nasıl bir tavır içerisine girdi:
Ulusalcı, Kemalist, darbelerle barışık, askeri müdahale taraftarları: Bunlar ağızlarından düşürmedikleri Demokrasiye anında ihanet edebilecek kadar gözü kara insanlardır. Demokrasi sadece kendileri gibi kadrolara imkân tanırsa onlar için değerlidir aslında… Bunlar sermayedarlarla ve toplumun elitist tabakasıyla uyumlu hareket ederler. İstikrarı hiç sevmezler. Mevcut iktidarın sandık yoluyla düşürülemeyeceğini iyice anladıklarından, önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerin sonuçlarının kısmen belli olmasından rahatsızlık duyduklarından durumdan vazife çıkarmaya çalışmışlar, yaşanan olayları acaba bir darbe olabilir mi heyecanıyla desteklemişlerdir.
Bu konuya inşallah bir sonraki yazımızda devam edeceğiz…