7 Ekim’de dünya başka bir güne uyandı. 76 yıldır işgal altında tutulan bir halkın feryadına, isyanına ve tabi ki direnişine tanık oldu.
Onların yıllardır mülteci kamplarında çektiği sefaleti kimse görmüyordu. Zindanlarda işkence altında tutulurken ki feryatlarını kimse duymuyordu. Evleri yıkılan, toprakları karış karış gasp edilen bir halkın döktüğü gözyaşlarının da kimse farkında değildi. En acısı, tam 17 yıldır tüm dünyanın gözü önünde kuşatma altında tutulan Gazze’nin bebeklerinin, annelerinin, yaşlılarının ve hastalarının yardım çağrılarına karşı kimse kafasını kaldırıp dönüp bakmıyordu.
Haklarını arayan ve Siyonistlere hesap soran 7 Ekim’deki itirazları ve gür çıkan sesleriyle Filistinliler sonunda dünyanın kendilerini fark etmesini sağladı. Rezil olan işgal ordusu, Filistinli direnişçilere karşı savaşma cesaretine sahip olmadığından tüm dünyanın gözü önünde çocuklardan, kadınlardan, evlerden, okullardan, hastanelerden ve barınma kamplarından bu utancın acısını hınçla çıkartmaya çalışıyor. Uluslararası hukuku hiçe sayıp ABD’nin ve bazı Avrupa ülkelerinin desteğini alan siyonist devlet, fosfor bombaları dâhil tonlarca bombayı 365 km²’lik Gazze’ye yağdırmaktan bir gün bile vazgeçmedi.
2024 yılının dünyasında insan hakları, demokrasi, adalet ve özgürlük gibi tüm değerler artık anlamını yitirdi. Filistin halkı 76 yıldır olduğu gibi yine yalnız ve yine kimsesiz… Aslında kimsesiz değiller. Her fırsatta dile getirdikleri sloganla yar ve yardımcılarının kim olduğunu mahzun gözlerle tüm dünyaya haykırıyorlar: “Hasbünallahu ve Ni’mel Vekîl. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir”
7 Ekim ve sonrasıyla ilgili pek çok şey söylendi ve yazıldı. Merak edilen birçok konunun yetkili isimlerle detaylı bir şekilde konuşulabilmesini oldukça önemli görmekteyiz.
Milat Gazetesi yazarı Hamza Er, HAMAS Resmi Sözcüsü Fevzi Berhum ile bir araya gelerek Aksa Tufanı’nın sebeplerini, direnişi, İsmail Heniyye’nin şehadetini, yeni lider Yahya Sinvar’ın seçimini, Gazze’deki son durumu ve ateşkes görüşmelerini detaylı bir şekilde konuştu.
1. Bölüm:
Milat gazetesi yazarı Hamza Er’in, Aksa Tufanı Harekâtı’nın birinci yılında HAMAS resmi sözcüsü Fevzi Berhum’la yaptığı röportajın birinci bölümü:
Fevzi Berhum: “Bizim topraklarımız 76 yıldır işgal altında ve bizler de o günden beri işgalciye boyun eğmiyor, işgale karşı direniyoruz. Aksa Tufanı Operasyonu bu direniş sürecinin sadece bir devamı ve bir parçasıdır. Bugün Orta Doğu’nun en güçlü ülkesi İsrail değil, direniştir; bugün Orta Doğu’nun en güçlü ordusu çıplak ayaklı direniş erleridir.”
- 7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı Harekâtının gerekçesi halen tartışılıyor. Aksa Tufanı Harekâtı neden yapıldı?
7 Ekim’de başlattığımız Aksa Tufanı Harekâtı, işgal güçlerinin Filistin halkına yönelik sürdürdüğü komplolara karşı koymak için gerekli bir yanıttı. Dünyada özgürlük mücadelesini vermiş tüm halkların yaptığı gibi kurtuluş ve bağımsızlık yolunda savunma amaçlı bir eylem gerçekleştirdik.
Aslında bizim direnişimiz ve haklı mücadelemiz 7 Ekimle beraber başlamadı. Halkımızın işgale ve sömürgeciliğe karşı mücadelesi, Britanya sömürgeciliği ve sonrasındaki Siyonist işgal sebebiyle 105 yıl önceye dayanmakta. Bizim topraklarımız 76 yıldır işgal altında ve bizler de o günden beri işgalciye boyun eğmiyor, işgale karşı direniyoruz. Aksa Tufanı Operasyonu bu direniş sürecinin sadece bir devamı ve bir parçasıdır.
Bakın, sadece Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bir ay önce Birleşmiş Milletler 78. Genel Kurulunda konuşma yapan Benjamin Netanyahu, içerisinde Filistin’in yer almadığı kendilerince tasarlanmış “Yeni Ortadoğu” haritasını kürsüden tüm dünyaya göstermişti. Batı Şeria ve kuşatma altındaki Gazze’de dâhil olmak üzere Ürdün nehrinden Akdeniz’e kadar uzanan bölgeyi tamamen “İsrail” olarak gösteren haritada “Filistin” yoktu ve işgalcinin gerçek hedefleri de açıkça belliydi. Maalesef o gün bu kibir ve cehalet dolu konuşmaya da seyirci kalınmıştı.
Aksa Tufanı, Mescid-i Aksa’yı postallarıyla çiğneyen, orada içki içip danslar ederek peygamberimize ve inançlarımıza hakaret eden, Kur’an-ı Kerim’i yakan, Resulullah’ın minberini kirleten, yaşlıları, kadınları ibadetten alıkoyup yerlerde sürükleyen Siyonist azgınlığa halkımız adına verilmiş bir cevaptır.
- Siyonist yönetimin aklından geçen ve sizin komplo olarak tanımladığınız tam olarak neydi?
İşgal ettikleri topraklarımızda tamamen egemenlik kurmak tabi ki… Siyonist işgalcinin bölgemizdeki baskı ve ilhak politikaları hiçbir zaman azalmadı. Filistinlilerin evlerinden ve yaşadıkları bölgelerden sürülmesi, Batı Şeria ve Kudüs’ün tamamının işgalci İsrail’in egemenliğine katılması yolunda fiilen adımlar attılar. Batı Şeria ve Kudüs’te yaşayan halkımızı sindirmek için korku ve şiddet ortamını arttırdılar. Zorla ve hukuk dışı yöntemlerle gasp ettikleri halkımıza ait araziler üzerine Yahudi yerleşim merkezleri inşa etmeyi sürdürdüler. Buralara yerleştirdikleri Yahudi yerleşimcileri silahlandırıp çeteleşmelerine imkân tanıdılar. Gece baskınlarıyla, toprak gasplarıyla ve bölgemize yerleştirilen Yahudi yerleşimciler eliyle “saldır ve işgal et” siyasetini daima gündemde tuttular.
Bizim kırmızı çizgilerimiz var. Onlardan biri de Mescid-i Aksa’dır. İşgalcinin mübarek Mescid-i Aksa’yı zamansal ve mekânsal bölme girişimlerine, Yahudi yerleşimcilerin kutsal camiye yönelik saldırılarının yoğunlaşmasına karşı halkımız direnişimizden cevap bekliyordu.
Aksa Tufanı, Mescid-i Aksa’yı postallarıyla çiğneyen, orada içki içip danslar ederek peygamberimize ve inançlarımıza hakaret eden, Kur’an-ı Kerim’i yakan, Resulullah’ın minberini kirleten, yaşlıları, kadınları ibadetten alıkoyup yerlerde sürükleyen Siyonist azgınlığa halkımız adına verilmiş bir cevaptır. Bizim mesajımız, “sizler eğer mukaddesatımıza ayak basak basarsanız, Resulullah’a ve inançlarımıza dil uzatırsanız, ürettiğimiz silahlar ve füzelerimizle, fedakâr mücahitlerimizle o ayaklarınızı kırar, sesinizi de keseriz” şeklinde oldu.
- Aksa Tufanı Gazze’nin Kuşatmasına bir isyan mıydı?
Elbette… Gazze Şeridi 2007’den bu yana dünyanın en büyük açık hava hapishanesi haline geldi. Tam 17 yıldır havadan, denizden ve karadan abluka altında tutulan 2 milyondan fazla Gazzeli boğucu bir kuşatmayı yaşıyor.
Bu dönemde, ablukanın sebep olduğu mahrumiyetlerin üstüne Gazze’de beş yıkıcı savaş da gördük. 2000 yılının başından 2023 yılının Eylül ayına kadar işgalci İsrail’in saldırılarıyla Gazze’de katledilen Filistinli sayısı 11 bini geçmişti; yaralılarımızın sayısı da 150 bini aşmıştı. Sadece 2018 yılında, Siyonist ablukayı, ağırlaşmış insani koşulları protesto etmek ve geri dönüş haklarını talep etmek üzere “Büyük Dönüş Yürüyüşü” gösterileri düzenleyen halkımızın üzerine açılan ateşte 360 Filistinli şehit olmuş on binlercesi de yaralanmıştı.
Soruyorum, bu yaşananlar karşısında dünya ne yaptı? Hiçbir şey… Gazze’de halkımızın yaşadığı bu acıları dindirebilmek için hiçbir adım atılmadı; tüm dünya 2 milyondan fazla Gazzelinin isyanını görmemeyi, duymamayı tercih etti.
Ancak, halkımızın içinden çıkmış olan direnişimiz Aksa Tufanı Harekâtını gerçekleştirerek işgalciyle anlayacağı dilden konuşmuş oldu. Böylece artık halkımızı savunmada yeni bir aşamaya geçmiş olduk.
Bu harekâtı yapmadan önce, işgal ordusunun dini bayramlarını kutladıktan sonra Gazze’ye saldırı düzenleyeceği haberine bilgi kaynaklarımızdan ulaşmıştık. Oturup bunu bekleyemezdik. Onlar bize saldırmadan biz onları hazırlıksız yakaladık.
İsrail, “bölgenin en güçlü devleti, yenilmeyen ordu” imajı çiziyordu. Ama biz bu balonu patlattık. 7 Ekim’de işgalci İsrail ordusunu iki saat içinde dağıttık. Dünyanın gözünde büyüttüğü düşmanın örümcek ağından daha zayıf olduğunu kanıtladık.
Bugün Orta Doğu’nun en güçlü ülkesi İsrail değil, direniştir; bugün Orta Doğu’nun en güçlü ordusu çıplak ayaklı direniş erleridir.
- Bu savaşçılar kimlerden oluşuyor? İçlerinde Gazze’nin şehid çocukları, yetimleri ve daha önce esaret yaşamış kişiler var diye biliyoruz.
Kur’an hafızlığına önem veren, sabah namazları başta olmak üzere ibadetlerinde hassas olan mücahitlerimiz içerisinde işgalcinin katlettiği şehitlerimizin ve tutsak ettiği esirlerimizin çocukları da tabi ki yer alıyor. Umudu, acıyı, davayı ve bilinci, işgal edilmiş topraklarımızda an ben an yaşayarak öğrenen gençlerimiz düşmanın karşısına çelik gibi bir kararlılıkla çıkıyorlar.
76 yıldır yakan, yıkan, öldüren ve sürgün eden işgalci İsrail’in yurtlarından ettiği 7 milyon Filistinlinin vatanlarından uzakta, nerelerde ve hangi koşullarda yaşadığından bu dünyanın haberi var mı? Keyfi olarak gözaltına alınan, tutuklanan ve işgalci İsrail hapishanelerinde tutulan, 7 Ekim’den önce sayıları 6 bin olup şimdilerde ise 10 bini geçmiş olan esirlerimizin halinden kimsenin haberi var mı?
Yaşlı, kadın ve çocuklardan tamamen keyfi şekilde esirler alan, onları en temel haklarından mahrum bırakıp işkenceye tabi tutan insanlıktan çıkmış işgal güçleri, anlayacağı dilden bir cevabı artık beklemeliydi.
7 Ekim’de, İsrail ordusunun Gazze Tümeni’ni ve Gazze çevresindeki yerleşim yerlerinin yakınında konuşlanmış İsrail askeri tesislerini hedef almıştık. Harekâtımızın temel amaçlarından biri, düşman askerlerini esir alarak İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce Filistinlinin esir takası anlaşması yoluyla serbest bırakılmasıydı.
- Aksa Tufanı’nın Filistin’e yakın bölge ülkeleri üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
2020 yılında, ABD’nin öncülüğünde bölge ülkelerinin İsrail’i tanıması ve ilişkilerin normalleşmesine dönük bir anlaşma imzalanmıştı. Abraham Anlaşmaları olarak bilinen ve Bahreyn, Birleşik Arap Emirliği, Sudan ve Fas’ın imzaladığı bu anlaşmayla işgalci İsrail bölgede tanımış hale gelecek, Filistin davası bir daha hatırlanmamak üzere terk edilmeye uğrayacaktı.
ABD eski başkanı Trump zamanında başlayan ve Biden tarafından da devam ettirilen sürecin son ülkesi Suudi Arabistan’dı. Anlaşmanın imzalandığı günlerde hem Suudi Arabistan hem de diğer Arap ülkeleri işgalci İsrail’le barış anlaşması imzalamak için görüşmelerini sürdürmekteydi.
7 Ekim Aksa Tufanı Harekâtımız, Donald Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” olarak tanıttığı bu şeytani tuzakları yerle bir etmiş, Arap devletlerini geri adım atmak zorunda bırakmıştır.
Sadece karar almakla yetinen etkisiz uluslararası kuruluşlardan bir yardım umarak da vaktimizi geçiremezdik. Uluslararası yasalarda ve sözleşmelerde yer alan savunma hakkımızın var olduğunu bilerek; halkımızı, haklarımızı, kutsallarımızı ve topraklarımızı savunmak için inisiyatif almak zorundaydık.
- Aksa Tufanı Harekâtının kararı bir anda mı alındı?
Halkımızın yaşadıklarına, çilesine, öfkesine ama inanç ve kararlılığına dikkatli bir şekilde bakılırsa, gerçekleştirdiğimiz harekâtın bir anda ortaya çıkmadığı anlaşılır. Direnişimiz, üzerinde ciddi olarak çalışılmış ve hazırlanılmış bir operasyon yaptı. İmkânsızlıklar içerisinde, yanımızda hiçbir alet ve edevat yokken ürettiğimiz silahlarla, yıllardır planladığımız ve geliştirdiğimiz füzelerle onurlu bir direnişi başlattık.
Şu hakikati tekrardan vurgulamak istiyorum: 76 yıldır süren ve gittikçe derinleşen işgal, halkımızı topraklarımızdan tamamen silme ve yok etme projelerinin hız kazanması, artık bir Filistin devletinden bahsedilemeyecek duruma gelinmesi, mübarek Mescid-i Aksa’ya dönük saygısızlıklar ve orada ibadet eden insanlarımıza yönelik saldırılar, 17 yıldır tüm dünyanın gözü önünde devam eden Gazze kuşatması, keyfi tutuklamalarla zindanlara doldurulan esirlere yönelik ağır muameleler, Arap ülkeleriyle yapılan anlaşmalarla İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi ve Filistin’in gündemden düşürülmesi tehlikesinin kapıda olması Aksa Tufanı Harekatı’mızın gerçekleşmesinin sebepleridir.
7 Ekim operasyonuyla Siyonistlere gereken dersi verdik ve bundan sonra da inşallah vermeye devam edeceğiz. Kimse bizden hiçbir şey yapmadan oturmamızı beklememeli. Yaşananlara yıllardır seyirci kalan, sadece karar almakla yetinen etkisiz uluslararası kuruluşlardan bir yardım umarak da vaktimizi geçiremezdik. Uluslararası yasalarda ve sözleşmelerde yer alan savunma hakkımızın var olduğunu bilerek; halkımızı, haklarımızı, kutsallarımızı ve topraklarımızı savunmak için inisiyatif almak zorundaydık.
- Bu gerekçeler neden halen bazı insanlar tarafından ikna edici görülmüyor? “Zamansız ve hesaplanmamış bir girişim” olduğu iddiaları için ne dersiniz?
Bu tufan, iki tarafın savaşında kimin bizimle, kimin karşımızda olduğunu, kimin eksik kaldığını, kimin ikiyüzlü olduğunu, kimin yanımızda durduğunu ve Mescid-i Aksa’ya karşı kimin görevini yerine getirdiğini bilmemizi sağladı. Kitabımıza ve değerlerimize saldırıldığı, Allah Resulüne açıkça küfredildiği, mahremlerimize el uzatıldığı bir ortamda Allah yolunda cihat edilmeyecekse ben sormak istiyorum: “Ne zamandır bu uygun zaman?” İki milyondan fazla insanımız kuşatma altında tutuluyorken, işgalcinin saldırıları ve ablukasıyla her gün evlatlarımız bir bir aramızdan ayrılıyorken sormak istiyorum bu uygun zaman ne zaman?
Müslümanların büyük bir kısmı Mescid-i Aksa’ya ve Filistin’e destek konusunda maalesef ihmalkâr davranıyor. Bu utançtan kurtulmak için de sürekli bahaneler arıyorlar. Aslında bu bahaneleri üretenler kendi vicdanlarını bile ikna edemiyor. Bu umursamaz haller devam ettiği müddetçe Cenab-ı Allah bunların hepsinin hesabını soracaktır.
İftiralarla Direnişi Lekeleme Çabaları Boşa Çıktı
Fevzi Berhum: “Bize zamanlamayı soruyorlar. İki milyondan fazla insanımız kuşatma altında tutuluyorken, işgalcinin saldırıları ve ablukasıyla her gün evlatlarımız bir bir aramızdan ayrılıyorken sormak istiyorum bu uygun zaman ne zaman?”
- Dünya ilk 2 gün İsrail ve taraftarlarının yoğun propagandası altında kaldı. HAMAS’ı, “terör, katliam ve sivil ölümü” gibi kelimelerle yan yana kullanan haber cümleleriyle karşılaştık. Hakkınızdaki bu anti propagandanın bozulduğuna inanıyor musunuz? İnanıyorsanız bu nasıl sağlandı?
7 Ekim’de Kassam Tugayları’nın İsrailli sivilleri hedef aldığına dair ortaya atılan tüm iddialar tamamen yalan ve uydurmadan ibaretti. Bu iddiaların kaynağı işgalci İsrail’in resmi söylemiydi. Hiçbir bağımsız kaynak bunlardan herhangi birini kanıtlayamadı. Tüm bu propagandalar ve söz konusu iddialar, Filistin direnişine iftira atmak için işgalcinin masa başında uydurduğu asılsız hikâyelerden olduğundan elbette boşa çıktı. Amaç, Filistin direnişini şeytanlaştırmaya çalışmak ve aynı zamanda işgal güçlerinin Gazze’ye yönelik acımasız saldırılarını da meşrulaştırmaktı.
Gerek işgalci İsrail gerekse de ABD ilk günlerde kasıtlı olarak “bebek katili” iftirasını yaymaya çalıştılar. Bu iddia sahiplerine ısrarla “delillerinizi getirin ve gösterin” dememize rağmen iddialarını destekleyecek somut hiçbir belge sunamadılar. Uluslararası gazeteler, Kassam Tugayları’nın çocukları öldürdüğü yönündeki iddialarından vazgeçtiler. Ayrıca ABD Başkanı Joe Biden ve Beyaz Saray sözcüsü John Kirby de Filistinli savaşçıların çocukların kafasını kestiğini iddia ettikleri için medyadan özür dileyip geri adım attılar. Bu da işgalci İsrail anlatısının sahte ve yalan olduğunu ortaya koydu.
Hatırlarsanız İsrail gazetesi Haaretz de askeri helikopterlerin savaşçılarımıza ateş açarken sivilleri katlettiğini duyurmak zorunda kalmıştı. Gazze yakınlarında düzenlenen Müzik Festivalinde bulunanlar başta olmak üzere çok sayıda sivil, işgal ordusunun askeri helikopterleri tarafından öldürülmüştü. Bu kişiler, İsrail işgal ordusunun telaşla açtığı ateşle vurulmuşlardı.
Aslında, işgalciler tüm bu yalanları işledikleri soykırımı gerekçelendirmek adına uydurdular. Ama Kassam Tugayları’nın esirlere yönelik muamelesi tüm bu propaganda ve yalanlara verilecek en güzel yanıt oldu. Elimizdeki esirler sanki yakınlarını bırakıyorlarmış gibi ayrılıyorlardı. Onların tebessümle el sallamaları, gözlerindeki memnuniyet, geride bıraktıkları teşekkür mektubu, evcil köpeklerine kadar iyi bakılmaları atılan iftiraların hepsini etkisiz kıldı. Savaşçılarımız sadece insanlara değil tüm canlılara karşı iyi davrandılar. İşgalciler hakikatten o kadar çok korkuyordu ki; kendilerini zor durumda bırakacağı için esirlerin yapacağı açıklamalara bile kısıtlama ve yasak getirmek zorunda kaldılar.
Sivillere, kadınlara, yaşlılara, özellikle de çocuklara, zarar vermekten kaçınmak Kassam Tugayları’nın tüm savaşçıları için dini ve ahlaki bir sorumluluktur.
- Savaş esirlerinin takası esnasında Kassam Savaşçılarının gösterdiği muamele dünyada oldukça ilgi çekmişti. Bu önceden planlanmış mıydı? Bir de ilan edilen geçici ateşkes süresi neden uzatılmadı?
HAMAS’ın imajını ve itibarını iyileştirmeye ihtiyacı yoktur. Bu gördüğünüz davranışlar, İslami ilkelerimizden ve hoşgörülü İslam anlayışımızdan kaynaklanmaktadır. Sivillere, kadınlara, yaşlılara, özellikle de çocuklara, zarar vermekten kaçınmak Kassam Tugayları’nın tüm savaşçıları için dini ve ahlaki bir sorumluluktur.
Direnişimiz, Aksa Tufanı Operasyonu sırasında bile tamamen disiplinli ve İslami değerlere bağlı olarak hareket etmiş, savaşçılarımız sadece işgal askerlerini ve halkımıza karşı silah taşıyanları hedef almıştır. Oysa işgal ordusu insani ateşkes esnasında bile saldırganlığından vazgeçmemişti.
Biz bu ilk ateşkesle, saldırıları durdurmaya, aralarında çocuklar ve kadınların da bulunduğu Filistinli tutukluları serbest bırakmaya, Gazze’ye yardım ve yakıt götürülmesine onları zorlamış olduk. Düşman, esirlerini serbest bırakıp katliamlara yeniden başlamak istiyordu. Kalıcı ateşkese niyeti yoktu. Bu da sadece katliamın ertelenmesi demekti. Onları, saldırıyı kalıcı olarak durdurmaya zorlamak için baskı araçlarını elimizde tutmaya kararlıydık.
- İsrail’in Eş-Şifa gibi hastanelerin altında tüneller olduğu iddiasıyla gerçekleştirdiği saldırılar hakkında ne söylemek istersiniz?
Filistin direnişinin Gazze’deki hastaneleri komuta merkezi olarak kullandığı yönündeki iddialar yalan ve yanıltıcı haberlerin en acımasız örneğidir. Bu iddia kanıtlanmadığı gibi birçok Batılı basın kuruluşunun raporlarıyla da yalanlanmıştır. Hastanelerle ilgili iddialarının yalan olduğu ortaya çıkınca sahte zaferler pazarlamaya giriştiler; ama onu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.
Halkımızın açlıktan ve bakımsızlıktan ölmesini bekleyenler, yaralılarımızın ve hastalarımızın tedavi edilmesini istemeyenler hastanelere de saldırarak tüm direniş bileşenlerini yok etmeye çalışıyor. Siyonistler hınçla, bir intikam duygusuyla saldırıyor. Gazze’de her şeyden intikam almak için insanları, ağaçları, hayvanları, binaları, okulları ve hastaneleri kısaca her şeyi hedef alıyorlar.
Yalnızca İsrail’le savaşmadığımızı tüm dünya gördü. Karşımızda uluslararası bir Siyonist hareket bulunmakta… Bu Siyonist ittifak, işgalci İsrail devletinin yaşamasını kendileri için de bir varlık sebebi olarak görüyor.
- Bu harekâtı gerçekleştirirken Siyonist düşmanın ve küresel destekçilerinin muhtemel tepkilerini dikkate aldınız mı?
Bu bizim İsraillilerle ilk savaşımız değil; onlarla beş büyük savaş yaşadık. Daha önceden kazanılmış birçok tecrübeye sahibiz. HAMAS olarak bu savaşa girdiğimizde, İsrail’i de, onun imkânlarının ne olduğunu da biliyorduk. Şunu çok net söyleyebilirim ki, İsrail eğer tek başına olsaydı bu savaşı ilk ayda sonuçlandırmıştık. Önceki savaşlara göre elimizde bulunan daha geniş imkânlarla bu savaşı bitirmiştik.
Fakat ilerleyen günlerde yalnızca İsrail’le savaşmadığımızı tüm dünya gördü. Karşımızda uluslararası bir Siyonist hareket bulunmakta… “Siyonist Devletler Birliği” gibi bir yapıya karşı savaşıyoruz. İsrail’e can simidi olan bu yapının başında ABD var. Bu Siyonist ittifak, işgalci İsrail devletinin yaşamasını kendileri için de bir varlık sebebi olarak görüyor.
- Emperyalist ülkelerin Gazze’de yaşanan bunca sivil katliamını görmezden gelip İsrail’e askeri, istihbari ve lojistik desteklerini açıktan ve ısrarla sürdürmeleri sizin için şaşırtıcı mıydı?
Zalimler tuğyanın, yani haddi aşan azgınların safında yer alıp savaşırlar. Onlar kötülükte birbirleriyle yardımlaşırlar. ABD yönetimi, İsrail’in Filistinli sivillere yönelik katliamına ve Gazze Şeridi’ne yönelik acımasız saldırısına mali ve askeri yardımla destek sağlıyor. Ayrıca Almanya, İngiltere ve Fransa gibi İsrail’in yanında duran yönetimleri de görmekteyiz. ABD ve müttefikleri Filistin halkının on yıllardır çektiği acılara hiçbir zaman aldırış etmediler. İsrail işgal güçlerinin Gazze’de işlediği toplu katliamları daima görmezden geldiler ve halen de gelmekteler. Ama 7 Ekim’de öldürülen işgalci İsrail askerlerine ağıt yakmak için birbirleriyle yarıştılar.
Ne yazık ki bu ülkeler, Arap ve Müslüman ülke yönetimlerinin aşırı derecedeki acizliği karşısında 76 yıldır İsrail işgalinin yanında duruyor ve onu her alanda destekliyor. Sorun olan işgalcilerin dünya tarafından desteklenmesi değil; asıl sorun ümmetin zayıflığı ve içerisinde bulunduğu zillet halidir.
Bizler, BM, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi farklı kurum ya da kuruluşlardan bir beklenti içerisinde bulunarak yola çıkmadık. Bizim Allah’a güvenmiş temiz bir direnişimiz var. Ve bizim direnişimiz, ümmetin onur ve izzetini de korumak için mücadelesine devam ediyor. Bu savaş, Hak ve batıl arasındaki bir savaştır. Bu savaş, bölgemizdeki ülkelerin geleceğini de etkileyecektir.