Şub
27
Gönderen: admin, Makale, Şubat-27-2013

İnsanların hayatlarını kaybettiği, sürekli acıların konuşulduğu bir toplumda yaşamak tercihimiz olamaz. Huzurlu, sakin bir ortamın inşası, sağlıklı düşünebilmenin önünü açabildiğinden en çok bizler için önemli görülmelidir. Çünkü sağlıklı düşünen insan doğru kararlar verebilir, kendi kıyameti gelmeden hayatını, gidişatını sorgulayabilir.

Bir hengâme içerisinde selin önüne atılmış çer çöp gibi sağa sola savrulan gençlerimiz, yönlendirildikleri batıl davaların hipnozuyla hareket ettiklerinden, sadece ölmeye ve öldürmeye odaklanmış durumda bırakılmışlardır.

Oysa bizler, hayat veren mesajın sahipleri olarak körelmiş yürekleri diriltecek mesajın, şuurunu kaybetmiş bu insanlara da ulaşmasından sorumluyuz. İman edenleri yurtlarından, Mekke’den çıkartan inkârcıların elebaşlarına karşı “keşke beni insanlarla başbaşa bıraksalardı” diyen Hz. Muhammed(s)’in bu sözleri hidayetin insanlığa ulaştırılmasının önemini ve ideal ortamın ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir.

Ümmet bilincinin toplumdan kazınması ve ulus devlet anlayışının yaygınlık kazanmasının bir sebebi olarak ortaya çıkan çatışma ortamında 40 bin kişi hayatını kaybetti. Bu kirli savaşta birileri kendilerine dayatılan Türk ulusu gömleğini benimseyerek hareket ettiklerinden savunmacı reflekslerle vatan, toprak, bayrak söylemlerine sarılarak bir taraf olma durumunda bırakıldılar. Kürt halkı ise yok sayılmış, sindirilmiş ve ezilmişliğin müsait ortamında üretilen Kürt ulusal projelerinin önüne itilmeye çalışıldı.

“Türk ırkı şereflidir, ne mutlu türküm diyene, vatan bölünmez, Atatürk milliyetçiliği” gibi temellerin üzerine inşa edilmiş olan sorunlara karşılık Marksist temelli bir ideolojinin gölgesinde üretilen Kürdistan ulus devleti iddialarıyla çıkıldı. Türk ve Kürt gençleri bu batıl iddialar uğruna savaştırıldı. Canlarını, içerisinde İslam’ın olmadığı ama her tür kirli düşüncenin yer aldığı değerler uğruna feda etmeleri istendi.

Yeri geldiğinde “Laiklik hususunda TSK ile aynı düşünüyoruz” açıklamaları yapan PKK temsilcileri oldu. Savunulan değerlerin, savaşılan büyük davaların içerisinde İslam’ın yeri olmadığı açıkça görüldü. Devlet, sadece ölenlerin ailelerini teselli edecek unsur olarak Kur’an’i bir kavram olan şehidlik kavramına sarılmıştı. PKK ise dindar Kürt halkının desteğini almak için bağımsız Cuma namazları organize etmiş ve mitinglerde Kur’ân simgelerine başvurmuştu.

Savaş kirliydi, iki tarafın Kemalist zihni kandan besleniyordu. İki tarafında İslami olana tahammülü yoktu. Müslümanlar etkin ve örgütlü olamadıklarından tek çözüm olan islami değerleri duyurabilme, anlatabilme imkânı sağlanamadı. Etnik çatışmayı bitirebilecek değerler olan inanç bağı, ümmet bilinci gibi söylemler pratikte bir güç olunmadığı için özellikle Kürt halkı açısından bir anlam ifade etmedi.

Ve şimdi yeni bir ateşkes ve barış süreci ile karşı karşıyayız. Bebek katili, on binlerce insanı öldüren kişi olarak tanıtılan Öcalan artık baş aktör olarak anlaşma metinleri yazıyor, mektuplar gönderiyor, savaşan iki ordudan birinin kumandanı olarak barış görüşmelerinin temsilcisi olarak görülüyor.

Bunun acziyetini Türkiye cumhuriyeti düşünsün de biz kendi işimizi ve duruşumuzu bir gözden geçirelim.

Muhafazakâr ve devletçi reflekslerle bu durumu kabul edilemez görmek bizim işimiz değil. Aynı zamanda yine devletçi ve muhafazakar bir bakışla “ülkemizin arzulanan seviyeye yükselebilmesi, küresel bir aktör olabilmesi ve güç dengelerini kendi lehine çevirebilmesi için bu sorunun bitmesi” gibi gerekçelerle konuşmak da biz Müslümanlara yakışmaz.

Yazının girişinde de belirttiğim gibi Türk ve Kürt gençlerinin dünya ve ahiretlerini kaybetmelerine sebep olan bu kanın durması, tebliğin, mesajın bu kitlelere ulaştırılması açısından önemlidir. Müslümanlar kaos ve kargaşanın dindiği bir coğrafyada artık kendilerine daha fazla iş düştüğünü görerek hareket etmelidirler.

Tüm ulusal değerlerin ayaklarımızın altında olduğu, Manisalıyı, Diyarbakırlıdan, Hataylıyı, Siirtliden, hatta Bağdatlıyı İstanbulludan, Halebliden ayırt etmeyen ümmet anlayışının yüce kazanımları durmaksızın böyle bir ortamda kitlelere ulaştırılmalıdır. Kur’an’ın diriltici mesajına kitleler davet edilmeli, Türk ve Kürt Kemalist zihninin emperyal projeler kapsamında kurguladığı yeni oyunların figüranları olunmaması için topluma Kur’ani davet yaygınlaştırılmalıdır.

Kürt halkına, İslami değerleri tanımayan, ellerinde kardeşlerinin kanı bulunan azınlık bir grubun, PKK’nin, BDP’nin kendilerini temsil edemeyeceği hatırlatılmalı, Türk, Kürt, Çerkez ve tüm etnik unsurları iman paydasında temsil edebilecek bir iradeyi ortaya çıkaracak çabaların içerisinde olunmalıdır.

Hesaplar ve tarzlar değişe dursun, biz işimizi yapmaya devam etmeliyiz…


Comments are closed.