Mavi Marmara yardım gemisine saldırı düzenleyerek 9 kardeşimizi şehit eden ve onlarcasını yaralayan işgalci İsrail’in başbakanı Netenyahu’nun geçtiğimiz günlerde R.Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak özür ifadelerinde bulunması bir anda kamuoyunun gündeminde ilk sırayı aldı.
Bu süreçte yapılan bütün değerlendirmeler gemideki yolcuların yola çıkış gayelerini görmezden gelen bir yaklaşımla geçekleşti. Tazminat konuları tartışılmaya başlandı, hatta kan bedelleri ortaya atıldı.
Maalesef, “Tazminat alınırsa davalar geri çekilmeli” beklentileri ve “tazminatınızı alıp konuyu kapatın” tarzındaki ifadelerle bu mesele de magazin konusu haline getirilmeye çalışılıyor.
Oysa Kudüs’ün İslami kimliğine değer veren yolcular bu mübarek topraklara sadakatlerini gösterebilme adına bu yolculuğa katılmışlardı. Bu seyahatle yolcular, yurtlarından zorla sürgün edilen 6 milyon Filistinli mülteciyle yüreklerinin bir attığını, temiz İslami direnişin destekçisi olduklarını, o İslami hareketle aidiyet bağı kurduklarını ilan etmeyi amaçlamışlardı.
Mavi Marmara yolcuları, İslami direnişin yalnızlaştırılmasını ve karşısında olmayı kabul etmeyerek, aynı zamanda onun Demokratik, liberal bir zemine çekilmesine de fırsat vermeme adına Gazze’de kardeşleriyle kucaklaşıp görüşebilmeyi hedeflemişlerdi.
Gemide can veren 9 Müslümanın kanını, israil’in son Gazze saldırısında şehit ettiği 1500 kişinin kanından bağımsız görmeyen yolcular, Filistin’in özgürlüğü mücadelesinde 1509 şehit verdik anlayışına sahip olmuş, ümmet bilinciyle bölgeye yaklaştıklarını ilan etmişlerdi.
Bu kadar hassas bir süreçte, yaralar daha tazeyken, bahsettiğimiz yüce ideallerin görmezden gelinip, konunun telefonda bir özür ve para konusuyla kapatılmaya çalışılmasının en çok şehit ailelerini ve gazileri yaraladığı maalesef görülemiyor.
Düşüncelerini dün bir basın toplantısıyla paylaşan yolcular, “Filistin topraklarının bir parçası olan Gazze’de abluka devam etmekte, kara, deniz ve hava koridorları rahatlıkla giriş ve çıkışların gerçekleşmesine imkân tanımayan bir kuşatmayla kapalı bulunmaktadır. Bölge insanlarının sağlık, barınma ve beslenme ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayacağı serbest dolaşım imkânları sağlanmadan, Gazze halkının Akdeniz’de balıkçılık faaliyetlerini kolaylıkla sürdürebildiği görülmeden, dışarıdan kara ve deniz yoluyla yardımların Gazze’ye ulaşımı açık hale gelmeden, yani abluka tamamıyla kalkmadan bizler tazminat konusunun masaya yatırılmasına taraftar olmadığımızı belirtmek istiyoruz.” diyerek kararlı tutumlarını ortaya koymuşlardı.
T.C. ulus devleti adına yola çıkmayan, onu temsil etmeyen yolcular açısından, İsrail’in özrünün T.C. başbakanı tarafından kabul edilmesi bir anlam ifade etmemektedir. Bu kurgu, ancak başbakanın siyasi itibarını arttıran, O’nu bölge politikaları için önemli bir aktör haline getiren hamleler olarak görülmektedir.
Ayrıca, bu özür sürecinde, elinde yüzbinlerin kanı bulunan, bölgedeki emperyal politikaların sahibi olan ABD başkanı Obama’nın arabulucu olarak devreye girmesi de mazlumlarla alay etmek gibidir. Sen önce git Afganistan’da, Irak’ta döktüğün kanların hesabını ver, özrünü dile, israil’in bölge karakolu olmasını sağlayan desteğini geri çek ondan sonra böyle arabuluculuk işlerine kalkış demezler mi insana…
Bütün bu tuhaf işleyen süreçte israil’in özrünün gerçekçi olup olmadığının anlaşılabilmesi için sunulabilecek bazı şartların da olduğunu kabul ediyor ve onları da belirtmek istiyorum:
-İsrail işgal ettiği toprakları aşama aşama terk etmeye başlayacak,
-Topraklarından sürgün edilen 6 milyon Filistinli çıkarıldıkları evlerine yerleştirilecek,
-Filistin halkının kendi inancına uygun yönetimini inşa etmesine fırsat verilecek,
-İsrail bu işgal sürecindeki yıkımlarının ve döktüğü kanların bedellerini Filistin’in meşru yönetimine teslim edecek,
-İsrailli katliamlara karışan komutan ve liderler uluslararası mahkemede yargılanacak,
-İsrail’in işgal yönetimi adına tüm Filistin halkından bugüne kadarki yaşananlardan dolayı açık bir özür dilenecek.
Bu belirttiğimiz şartlarda açıkça görüldüğü üzere, hiçbir organizasyon kendisini Filistin halkından ve onların haklı davalarından bağımsız görmemeli, mücadele zemininin kaydırılmasına müsaade edilmemelidir.
Operasyondan değil, sadece operasyon esnasında orantısız ve kontrolsüz şiddet ve sonuçlarından dolayı özür dileyen Netenyahu’nun özrü hiçbir anlam ifade etmemekte, bu özrün, bölgesel yeni işgal ve sömürü politikalarının bir aracı olarak kullanılacağı açıkça görülmelidir.
Tevhid ehli mü’minlerin kontrolünde olan bir Mescid-i Aksa’da omuz omuza rahatlıkla namaz kılmadan, siyonistler geldikleri yerlerine geri dönmeden, o toprakların gerçek sahipleri Filistinliler evlerine, arazilerine kavuşmadan bizde seferlerimizi bitirmemeli, varlığımızı Ahmed Yasinler, Rantisiler, Nizar Reyyan’lar gibi bu yolda feda etmenin duasıyla yaşamalıyız.