Beklenen gün geldi ve Abdullah Öcalan’ın açıklamalarıyla silahların susmasına doğru giden yola girilmiş oldu. Tüm hazırlıkları tamamlanmış ve devletin kurumlarının denetiminden de geçmiş olduğu anlaşılan metinin okunmasıyla süreç şimdilik kazaya uğramadan işlemeye devam ediyor.
Misak-i Milli vurgularından, İslam sancağı ifadelerine, Demokratik siyaset kavramından, Kürt kimliğine kadar tüm kesimlere işaret gönderen bu mektup ustalıkla hazırlanmış. 1920 TBMM’si ruhuna gönderme yapan mektubu okurken aklıma “Apo’da Ata’nın yolundan mı gidiyor acaba” demek geldi. Malum, 1920 TBMM ruhuna köprüyü geçene kadar ihtiyaç duyulmuş, daha sonra Kemalist, batıcı Türkiye’ye giden devrimler hızla uygulamaya geçilmişti.
Bu topraklarda istismar edilen ama hiç kâle alınmayan İslami değerler nedense halkların dini bağlılıklarından dolayı Kur’an, ezan gibi slogan ve sembollerle manzarayı kurtarmak için sürekli kullanılıyor. Yıllardır miting meydanlarında Kur’an’ı öpen, ezan okununca susan siyasilere yeni dönemin Kürt siyasetçisi Abdullah Öcalan’da katılmış görünüyor.
Herkesin hazırlanan senaryoyu oynadığını, işi bitenlerin tasfiye edilip, yeni aktörlerin iş başı yaptığını görebilsek de, gençlere imani değerlerden habersiz şekilde ölmemeleri için fırsatlar doğuracak, onlara düşünebilme, doğru tercih yapabilme imkanı sağlayacak bir zeminin oluşmasını da önemli bulmak gerekiyor.
Daha önce, bu sürece ilişkin genel bir değerlendirme yaptığımız için bugün algıların nasıl etki altına alınıp ters düz edilebildiği hakikatine değinmek istiyorum.
Terörist başı, bebek katili unvanlarıyla anılan Abdullah Öcalan için bir platform kurulmuş ve ilk mitingini yapacağı Diyarbakır’a canlı yayın araçları sabahın erken saatlerinde gelmiş bekliyordu. Saatler Öcalan’a ayarlanmıştı. Sonrasında ise geç saatlere kadar süren yorumlar, değerlendirmeler…
Toplum mühendisleri, istedikleri zaman istedikleri kişiyi çamura sokup, sonrasında zirve yapacak bir güce sahip günümüzde… Bir hırsızı şirin ve sempatik, sapkın cinsel eğilime sahip bir kişiyi sanat güneşi, bir katili halk kahramanı olarak yansıtanlar, İslam ve onun temsilcilerini halen tehlikeli ve halen korkulması gerekenler olarak gösteriyor.
Bu sistem hem İslami değerleri, hem de Kürt kimliğini düşman görerek kurulmuştu. Sayısız cinayetler ve infazlar gerçekleştirerek bu topraklarda kökleşmeye çalıştı. Bugün gelinen noktada Kürt halkı seküler bir yöne evrilmek şartıyla tahammül edilir noktaya gelirken Müslümanlar ise halen misketleri alınmış çocukların ağlaması gibi “başörtülü öğretmen sınıftan çıkarıldı” şikâyetlerinden öteye gidememiş gözüküyor.
“Beni bu değersiz dallarda aşmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem; Allah ve İslam şeriatı içindir.” diyen Şeyh Said’in, Kemalist devrimlere küfrün yaşam biçiminin örnek alınması sebebiyle itiraz eden İskilipli Atıf Hoca’nın ve susturulan sayısız İslam âliminin hakkını onların uğruna canlarını verdiği değerler çerçevesinden savunmak mümkün olmuyor.
Sistemin değerlerine ve insanlığı sürüklediği uçuruma itiraz ederek kökten bir değişimi savunması gereken muhalif İslami kimlik sahipleri görülemiyor.
Vahye dayanmayan sistemin Tağuti yönüne işaret edilmiyor, Allah’a iman etmeden önce reddedilmesi gereken, Tağuti anlayışla birlikte barışık yaşama acziyetinin farkına varılmıyor.
İşte bu dönüştürülmüş, teslim olmuş, silik kimlik sahiplerinin muhafazakâr hükümetin peşine takılarak onurunu ayaklar altına alması, toplumun beklediği, görmek istediği Tevhidi şahitliklerin de ortaya çıkmasını imkânsız kılıyor. Birbirleriyle yoğun bir etkileşim altında bulunan İslami kesimin savrulmaları da topluca olduğundan, yeni nesle ideal örneklerle tanışma fırsatı kalmıyor.
Bugün, azınlıkta olsa Tevhidi şahitlik çabası içerisindeki mü’minlerin kendilerini ifade edecek platformların arayışında bulunması, istikrarlı ve ilkeli yürüyüşlerini göz önünde bulundurmaları her zamankinden daha fazla bir ihtiyaçtır.
Bundan 15-20 sene sonra bu coğrafyanın tüm meydanlarında tekbirler ve Tevhidlerle meydanları dolduracak olan topluluğa “Hak geldi Batıl zail oldu” müjdesiyle seslenilmesini arzuluyorsak, bulunduğumuz hattı, Tevhidi hattı daha sıkı korumalı değil miyiz?