Bid’at, dinde temeli olmayan inançları ve ibadet şekillerini İslami bir kılıfla İslam’a yamamaktır. İslam dışı görüş, inanış ve tapınmaları İslam’a mal etmektir.
İçinde bulunduğumuz toplumda gördüğümüz şekilsel, ameli bid’atlar, İslam ile beşeri bir dünya görüşünü sentez yaparak tamamlanmış olan bir dine saygısızlık işleyenlerin, bu sentez sonucu oluşan bid’at düzenlerinin ayakta kalmasını sağlayan davranışlardır. Bundan dolayı bez, çaput bağlamak gibi sapkınlıklar yerine bu sapkınlıkların var olabildiği ve kendilerini İslam ile ilişkilendiren sistemlerin, tuzaklarını incelemeyi daha uygun bulmaktayız.
Allah(c) kendi dini olan İslam’ı, peygamberin tebliği ile insanlara ulaştırmıştır ve onu tamamlamıştır. Hz. Muhammed (s), yaşayarak ve uygulayarak İslam’ın ne olduğunu ortaya koymuştur. Hiçbir insanın bu dine müdahale hakkı, onu eksiltme veya ona bir şey ilave hakkı yoktur.
“….. Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir; artık onlardan korkmayın benden korkun. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim ….” (5/Maide,3)
Müslümanların yaşamış olduğu topraklarda, bazı güçlü azınlıkların, diğer topluluklar üzerinde egemenlikler kurmak, belli bir kesime menfaat sağlamak ve egemenliğin belli kişiler tarafından paylaşılmasını oluşturmak için ortaya koydukları düzenleri görmekteyiz.
Milliyetçi, Demokrat, Sosyalist, laik, kapitalist vb. gibi beşeri unvanları İslam’ın başına getirerek milliyetçi-Müslüman, Müslüman-demokrat, laik-Müslüman, kapitalist-Müslüman gibi sentez arayışları dinin tamamlandığını bildiren Rabbimiz Allah’a karşı yapılan eksiklik iftirasından başka bir şey değildir.
Milliyetçilik, normal bir his ve duygu değil, insanın tüm ferdi ve toplumsal davranışlarını kontrol altına almak isteyen siyasal ve sosyal bir nizamdır. Bu sebeple çerçevesi vahy ile belirlenmiş, ferdi ve toplumsal nizamı kurmayı amaçlayan İslam ile milliyetçilik arasındaki uyuşmazlık kaçınılmazdır.
İnsana, ruhi eğilimler ve ahlaki düşüncelerden soyutlanmış maddi bir varlık olarak bakan Kapitalizmi, toplumun manevi bir yüceliğe, ruhi ve ahlaki ulviyete sahip olmasının gerekliliğine önem İslam dini ile birlikte zikretmek ve kapitalist olmakla beraber Müslüman olunabileceğini iddia etmek de Allah’ın dinine saygısızlıktır.
Halkın yönetime katılması ve çeşitli özgürlüklerin vaat edildiği bir dünya görüşü olarak tanıtılmakla beraber, biraz tefekkür ettiğimizde egemen güçlerin ve sermaye sahiplerinin toplumlara hükmetme aracı olarak her yöne çekilebilmiş ve farklı tanımlanmış bir ideoloji olmaktan kurtulamayan Demokrasi de İslam’a yama olamayacak seküler bir biçimdir.
Batıda kilise ve din adamları zümresinden kurtulmanın çaresi olarak ortaya çıkan Laikliğin, sosyal hayatı imar etmek için nazil olan ve her türlü sınıfsal bölünmenin karşısında yer alan Kur’an’a ve O’na iman ettiğini açıklayan insanların bir arada yaşadığı toplumlara ithali de kabul edilemez.
İnsanları kullara kulluktan kurtarıp, sadece Allah’a kul yaparak ve bu şekilde hem dünyevi huzurun ve adaletin sağlanmasını, hem de insanların önüne bu hizmetlerinden dolayı ebedi olan nimetlerle dolu bir hayatı vaat eden İslam’ın, insan hayatından soyutlanması nasıl mümkün olabilir?
Kalem yazmak, kibrit kıvılcım çıkarmak, su akmak için yaratıldığı gibi İslam’da yeryüzünü imar etmek için gönderilmiş kâmil bir dindir.
İslam, tüm dinlerin ve mesajların sonuncusu, insan hayatının yegâne metodu olan bir düzendir; ve “Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmeyecek, O, ahirette de kayba uğrayanlardan olacaktır.” (3/Al-i İmran, 85)
Hak ile batıl, ayrı ayrıdır. Doğru ile yanlış asla birleşemez. İslam’da biat(seçim), şura, din hürriyeti, hoşgörü, ilkelerinden hareketle; şirk ve zulüm düzenlerini, İslam’a aykırı yapılanmaları İslami sayma girişimleri Allah’ın dininden olmadığı halde ona sokulan bi’dat ve hurafelerdir. İslami olmadığı halde İslam kılıfıyla sunulan bütün inanç, amel, tavır ve anlayışlara karşı duyarlı olmak ise bizlere düşen temel görevlerdendir.