Saddam Hüseyin öldürüldü, katledildi. Evet yanlış okumuyorsunuz. Saddam’ın ölümü üzerine söyleyeceğim ilk cümleler bunlar. Çünkü, meşruiyetini Hak’tan almayan batıl bir otoritenin vereceği hüküm, İslam’ın o konuda ki kararı ile örtüşmüş olsa bile zulümdür. Zalimin çıkış noktası doğru olmadığından, hayata geçireceği her şey dayanaksız ve tahrip edicidir. Yasaları ve uygulamaları ateş gibidir. Zalimin saçtığı bu ateş, o toplumda ister bir mazluma, isterse bir caniye isabet etmiş olsun, cinayet olarak tanımlanmalıdır.
Emperyalist haçlı ordularının işgal ettiği Irak’ı, işgal güçleri ile işbirliği yaparak hükümet olanlar asla temsil etmemektedir. Bunların meşruiyeti, Hakka değil büyük şeytan ABD’ye dayanmaktadır. Yani Allah indinde meşru değildirler. İşgalci güçlerin atanmış valisi konumundadırlar. Kafirlerle iş tutmak ve onları dost edinmekle vahye aykırı hareket etmişlerdir.(3/28, 5/1, 5/51) Ayrıca Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemeleri, zulümlerini perçinlemektedir.(5/45)
İşte böyle kirli ilişkilerin memurları, kurdukları mahkeme dekorunda, hazırlanan senaryoyu oynamış ve Saddam Hüseyin’i öldürmüştür. Hem de Irak’ta iç çatışmaları şiddetlendirecek bir kurgu ile gerçekleşmiştir bu cinayet. İdam kararının verildiği suç, infazın yapıldığı yer, infaz günü ve cellatların kimliğini düşündüğümüzde, senaryonun Irak için bütünlük ve huzur arzulayan bir kafadan yazılmadığı görülecektir.
Tüm bu tabloya rağmen, Saddam’ın ölümünden sevinenler ve sevinmeyeler gibi iki saf oluşturmaya çalışmak, meseleyi gerektiği gibi okuyamamaktır. Hadise bu iki seçeneğin taraflarından biri olmak değil, her zaman bütüncül manada Tevhidin ve adaletin şahitliğini yaparak muvahhid tavrı ortaya koyabilmektir.
Muvahhid tavır, hayata sadece Allah’ın bakmamızı istediği yerden bakabilmektir. Böyle bir bakışla, Saddam Hüseyin’i iktidardan deviren, yargılayan ve cezasını infaz eden gücün Irak halkının olmadığı, hukuki dayanaklarının ise ifsad edici olduğu anlaşılacaktır. Aksine Saddam’ı, emperyalist işgalciler ve yerli piyonları yakalamış,yargılamış ve cezalandırmıştır. Hiçbir hukuk anlayışı işgalci bir güce işgal ettiği bir bölgede siyasi, hukuki ve ekonomik tasarruflarda bulunma hakkı ve yetkisi vermez. Böyle bir yetkiyi kendinde görenler asla tanınmamalı, uygulamaları ve bu uygulamaların sonuçları yönünde hareket edilmemelidir.
Bu uygulamaların sonuçları üzerinden çıkarımlar yapmak aslında gizli bir tuzaktır. İşgalci kafirlerin senaryosunun ve dolayısıyla meşruiyetinin tanınması tuzağıdır. Onun, ana unsur ve belirleyici olarak içselleştirilmesi tuzağıdır. “Biz de olsak aynı şeyi yapardık” dediğimiz konularda susup, bizi rahatsız eden konularda feryat etme tuzağıdır. Kelime-i Tevhidin LA hükmünün göz ardı edilmesi tuzağıdır. Batıl olan zulüm kuşatmasını, tüm unsurları ile topyekun reddedebilmeyi unutturan bir tuzaktır. Bu tuzağa düşerek, Saddam’ın infazının ardından kafirlerin sevinç halkalarına karışmak ve onlar ile beraber eğleniyor gözükmek Tevhidi bir tavır değildir.
Azılı bir katilin evinin haramiler tarafından yağmalanması, ev halkının zulüm görmesi hadisesinde dikkat çekilmesi ve rahatsızlık duyulması gereken ana unsur, haramilerin zulmüdür. Ev sahibinin katil olması, bunun ilahi bir adalet olduğu lafları, haramilerin bertaraf edilmesi ana görevinin unutturulmasına, gereksiz görülmesine veya ihmal edilmesine sebep olur.
Faraza ile konuşmak doğru değil ama, yine aklıma gelen bir kurguyu meselenin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlaması amacıyla paylaşmak istiyorum. Mesela Hz. Muhammed(s.a.v.)’in Medine’ye hicretinden sonra, Ebrehe’nin Mekke’yi işgal ettiğini, Kabe’ye hasar verdiğini, kadınları esir aldığını ve Ebu Cehilin de içinde yer aldığı halkın çoğunu öldürdüğünü bir an düşünelim. Ve Peygamber(s.a.v.)’in nasıl bir değerlendirme yapabileceğini sessizce yorumlayalım…(1)
Evet, Saddam Hüseyin son yüzyılın büyük katliamlarına imza atmıştır. Sünni, Şii, Arap, Kürt, Türkmen ayırt etmeden cinayetler işlemiştir. Halkı Müslüman bir ülkede keyfi hükümler uygulayarak inançlara düşman bir görüntü sergilemiştir. Çağın büyük şeytanı ABD ile kirli ilişkiler içerisinde bulunmuş, kafirleri dost tutmuştur.
Bunları inkar etmek veya görmezden gelmek aklı başında adalet ehli bir Müslüman’dan beklenemez. Tüm bu gerekçeler, Saddam’ın öldürülmesini kişinin kendi iç aleminde memnunlukla karşılamasına sebep olabilir. Ama bu kişisel memnunluk, medya organlarında, konuşmalarda ve yazılarda esasmış gibi yansıtılmamalı, yukarıda belirttiğimiz bakışa zarar verecek bir hal almamalıdır. Sürdürülmesi gereken toplumsal ana mücadeleyi cılızlaştırmamalıdır. Ana görevi örtecek yönde atılan her türlü çığlık, emperyalist kuşatmanın büyümesine katkı sağlayacaktır.
Bizlerin tabii ki arzu ettiği, Müslümanların başlarında ki tağuti rejimleri kendilerinin alaşağı edebilmesidir. Doğru, Saddam için bu geçekleşmedi. Saddam’ı İslam mahkemelerinde yargılayarak cezalandıramadık. Ama onu öldüren işgalcileri ve mevcut Irak yönetiminin işbirlikçi idarecilerini, Mısır, Suud,Tunus gibi Tağuti tüm otoriteleri inşallah biz Müslümanlar yargılar ve onlara ALLAH’ın hükmünü uygularız.
İslami olmayan ALLAH’a ve onun hükmüne dayanmayan her şey batıldır…
(1) Dikkat bu örnek sadece kurgudur. Siyerde böyle bir hadise gerçekleşmemiştir.