Sanal âlem, maskelerin takıldığı, rollerin paylaşıldığı apayrı bir ortam… Orada, gerçek hayatta yapılmayanlar savunuluyor, oluyormuş gibi gösteriliyor. Yapmacık, ikiyüzlü yaklaşımlarla sahne alanlar yüzlerce oyun kurgulayarak sahneye koyuyor.
Ortaya konan paylaşımlara baktığımızda herkes; eşine hürmet gösterip yardım eden bir koca, çocuklarının üzerine titreyen ve onları gözeten bir ebeveyn, yardımsever bir dost, yüce ahlak sahibi bir şahsiyet, namaza düşkün bir abid, uyumlu, anlayışlı bir ağabey, konuştuğu cümleleri hassasiyetle seçen bir edip ve hak yemeyen, arkadan çekiştirmeyen, kusur aramayan bir fert…
Sanal âlemin kişiliklerini incelediğinizde bundan çok daha fazlasını söyleyebileceğimiz sayısız örneklemeyle karşılaşırsınız. Dersiniz ki, acaba erdemliler dünyası kurulmuş da bizim mi haberimiz olmamış? Her şey bu kadar mükemmele yakınsa, kusursuz insan örnekleriyle dolu paylaşımlara şahit olunuyorsa ve bu mükemmellikle paralellik göstermeyen bir gerçeklikle de karşı karşıyaysak bir durun beyler, nereye bu gidiş denmesi gerekmez mi?
Facebook, twitter gibi sosyal paylaşım imkânlarında en veciz ve etkili sözleri paylaşanlar, ‘herşeyin farkındayım’ duruşuyla en etkili nasihatleri ortaya koyuyor duvarında…
“Ne güzel değil mi” denilebilir.
Ama şöyle genel bir istatistik tuttuğumuzda; bu güzel söz ve nasihatleri yazanlar, sadece kendilerini ve en az bir kişiyi o yazdıklarına inandırsalar ve yaşayacak hale getirseler her halde birçok şeyi değiştirebilirdik bu dünyada…
Bakıyorsunuz, zaaflar bu toplumda, ayrışma bu toplumda, iftira bu toplumda, ihanet bu toplumda, kin, öfke bu toplumda… Ama bu toplumun herhangi bir ferdi sosyal paylaşım duvarında bunların tam zıddına işaret eden ayetler, tesirli sözler paylaşıyor… Sanıyorsunuz bu kişi bu dünyaya ait değil… Önemseniyor, dikkat çekiyor, değer veriliyor.
Yazı ile şahsiyet uyuşmayınca, birebir tanışıldığında, yakınlık kurulduğunda, ortak işe kalkıldığında kişinin yaldızları dökülüyor, sihir bozuluyor…
Bu endişelerimizi destekleyen güzel bir tespit geçenlerde gözüme çarptı. Şöyle diyordu: Facebook’ta herkes mutlu, gerçek hayatta depresyon ilaçları yok satıyor, facebook’ta herkes arkadaş, gerçek hayatta kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, facebook’ta övgü, beğeni var, gerçek hayatta kıskançlık ve çekememezlik var, facebook’ta tepki, itiraz ve örgütlenme var, gerçek hayatta herkes suspus evinden, odasından çıkmıyor.
Rabbimizin birçok ayeti sanal ile reel arasında çelişkileri olan kesimlerin kendisine gelmesi için yeterli uyarıları barındırıyor.
“Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2/Bakara, 44)
Evet, Rabbimiz sinelerimizde sakladıklarımızı da biliyor. Başkalarından önce ilk onun katında değer kazanabilmek ve önemsenmek gerekiyor.
Maalesef değişen dünyanın kumandasında eğer biz yoksak, şu cicili, bicili sözlerin yazımına mı, yoksa hayatta, sahada ortaya koyduğumuz gerçekliğe mi odaklansak diye düşünmeden edemiyor insan…
Kalem ve yazdıklarına önem vermekten vazgeçmemeliyiz. Ama kalemin yazdıklarına da iman ettirmek şartıyla… Pratik ihmal edilmeden, dengeli bir yürüyüşle iki ortam arasındaki paralellik de sağlanabilmeli…
Ne pahasına olursa olsun tek yüzlü olmalı, ifade ve eylemlerimizin sanalına da, gerçeğine de iman ettirmeyi başarmalı, zor ve çetin geçecek hesap gününde işimizi zorlaştıracak veballerden kaçınmalıyız.
İlahi kayıt sisteminin her şeyi kayıt altına aldığı hakikatini aklımızdan çıkarmamalıyız. Klavyenin tuşlarına da, telefonun ekranına da bu hassasiyetle dokunabilmeliyiz.
Rabbimiz özü ve sözü bir olanlardan eylesin…