Şub
13
Gönderen: admin, Makale, Şubat-13-2013

Dünya üzerinde efendilik hakkını kendinde gören emperyalist güçlerle yakınlaşma ve ortaklıklar oluşturma zillet olarak tanımlanabilecek uygulamaları da peşinden getiriyor. Her biri birer sömürü ve işgal aracı olan NATO, Birleşmiş Milletler, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü(OECD) gibi oluşumlarla birlikte hareket etme, izahatı imkânsız adımlara sebep olabiliyor.

Bunun son örneği, geçtiğimiz günlerde meclisten geçen ve Cumhurbaşkanının önünde bekleyen “Uluslararası Terörizmle Mücadele Yasa Tasarısı” oldu.

Daha önce Birleşmiş Milletler (BM) tarafından uluslararası terörizmin finansman kaynaklarını engellemek amacıyla hazırlanan “Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Sözleşmeyi” imzalayan Türkiye, kendisine BM Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) yasayı geçirmesi için tanıdığı tarih olan 23 Şubat’a günler kala bir oldu bittiyle tasarıyı meclisten geçirerek vazifesini de tamamlamış oldu.

ABD’nin başını çektiği OECD bünyesinde 1989 yılında kurulan, Türkiye’nin de 1991’den bu yana üye olduğu, kara para aklanmasını önlemek ve bankaların terör finansmanını kontrol etme amacıyla kurulduğu iddia edilen Mali Eylem Görev Gücü'(FAFT), 11 Eylül’den sonra dünya üzerinde oluşturulan Terörizmle mücadele yaygarasının ekonomik boyutuyla ilgilenmeye başlamış, terörizm tanımına dâhil olan tüm uygulamaları hedef alan ve mali denetime tabi tutan bir süreci başlatmıştı.

Şimdi Türkiye’de, meclisten geçen yasayla bu sürecin aktif ortağı olmuş oldu. Hükümetin meclisten geçirdiği yasayla artık ABD ve AB’nin terörist olarak ilan ettiği örgüt, grup, siyasi oluşum ve camialar Türkiye tarafından da terörist olarak görülebilecek.

Bu yasayla birlikte, ABD ve AB’nin terörist ilan ettiği kuruluşlar ve onların terör suçu kabul edilen fiillerine ilişkin fon sağlanması veya toplanması yasaklanmakta, terör örgütüne fon sağlayanın tespit edilmesi halinde örgüt üyesi olarak cezalandırılması gündeme gelmektedir.

Ayrıca bu mali yardımı yaptığı tespit edilen kişi, STK, dernek ve şirketlerin malvarlıklarının dondurulması da yasa gereği mümkün hale gelmiştir.

11 Eylül ve 28 Şubat zihninin açık bir göstergesi olan bu yasayla ilgili, birkaç bireysel özgürlük alanının önünün açılması üzerine şenliklerle meşgul olunduğundan gereği gibi gündem oluşturulamadı. Irak’ta işgale hayır, tezkereye hayır sürecinde meclisi, vekillerini uyarı mesaj ve telefonlarla markaja alanlar malum etki güçlerini ileride kendi iplerini çekmeye müsait olan bu yasaya karşı kullanmadılar.

Uyarı ve eleştiri cümlelerimize karşılık, tağuti olarak tanımladığımız sistemin en önemli vasfı olan işbirlikçi yönü artık görmezden gelindiğinden, islami kimliğimizin muhalif ama adil yaklaşımı kaybedildiğinden “aman hükümet yıpranmasın” diye başlayan sözlerle karşılaşır olduk.

Oysa bu ülkede bir gecede terörist ve terörist destekçisi kabul edildiğimiz yeni bir güne uyandık. Artık cebimizden mazlumlar ve mağdurlar için çıkabilecek bir lira bu yasanın kapsamında bizleri suçlu konumuna sokabilecek.

Bu ayrışma 11 Eylül’den sonra ABD’nin “ya bizdensiniz, ya onlardan” yaklaşımının sonucu olarak İslami olanı küresel düşman ilan etmesiyle zaten başlamıştı. Çünkü ABD ve NATO işgaline karşı direnen Afgan direniş gruplarını desteklemek, Irak’ta işgali kabul etmeyen yiğitleri benimsemek, Filistin’de tek meşru otorite olan HAMAS ve diğer direniş gruplarıyla temasa geçmek bir suç olarak tanımlanmıştı.

Oysa, siyasal, ekonomik hedeflere ulaşmak için baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımı olarak tanımlanan terör, yeryüzünü ateş çukuruna dönüştüren ABD, İsrail ve müttefiklerinin üzerine yakışan bir elbise değil mi?

 Nasıl bir tavır?

Çağın tüm zalimlerinden beri olmak, mazlum ve mustazaflarla dayanışmayı öncelemek durumunda olan mü’minler bu devletleşmiş terörü reddetmek ve tanımamak zorundadır.

Toprakları işgal edilmiş, ırzları, namusları, yer altı ve üstü kaynakları ve inançları saldırıya uğramış bölgelerin insanlarıyla, kardeşleriyle dayanışmayı önceleme kararlılığı asla kaybedilmemeli, emperyalistlerin suç tanımına girmekten değil, Allah’ın yasak, suç buyurduğundan sakınılmalıdır.

Evet, şimdiden söyleyelim; Afganistan, Irak, Filistin, Mali, Somali, Suriye, Doğu Türkistan, Kafkasya bölgelerinde gerçekleşen direnişin haklılığına inanıyoruz. Bu coğrafyadaki kardeşlerimizle dayanışma sorumluluğumuzu sürdürme kararlılığımızı ilan ediyoruz. Sizin dünya efendiliğinizi reddediyor, bütün dünyayı dizayn ve terbiye etme küstahlığınızı tanımıyoruz. Türkiye’de ve dünyada islami değerleri hakim kılmak için mücadele edenleri seviyor, onların başarısı için dua ediyor, gücümüz yettiğince malımızla ve canımızla destek veriyoruz.

Bunu suç olarak mı tanımlamıştınız?

Biz Suçumuzu seviyoruz.


Comments are closed.